Caretta Caretta İle 95 Milyon Yıl...
Ünlü İngiliz biyoloğu Haldane'e yeni tanıştığı bir din adamı Tanrı hakkında ne düşündüğünü
sormuş. Haldane biraz başını kaşıdıktan sonra şöyle yanıt vermiş : "Tanrı böcekleri çok
seviyor." Dünyada şimdiye kadar tanımladığımız 2.5 milyon türün yarısından fazlasını böceklerin
oluşturduğunu göz önüne alırsak Haldane'nin bu değerlendirmesi pek haksız sayılmaz. Ama aynı
soruyu genç, ihtiyar, okumuş, okumamış herhangi bir Dalyanlıya yönelttiğiniz zaman alacağınız
yanıt, doğanın en sevgili kullarının deniz kaplumbağaları olduğudur.
Dalyan'a ulaşım...
Dalyan bir kaplumbağa kenti olmuş demek abartı sayılmaz. Daha otobüsten iner inmez, şirin bir
parkın göbeğinde dikilmiş bir ana kaplumbağa ile iki yavrusunu temsil eden bir heykel bu
tutkunun en göze çarpan kanıtlarından bir tanesi. Kuyumcu camekanları kaplumbağa motifleri ile
işlenmiş kolyeler, yüzükler ve benzer takılarla dolup taşıyor. Dükkanların önlerinde asılan
tişörtlerin çoğunda kaplumbağa resimleri var. Bankalar, turist büroları, devlet daireleri,
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin hazırladığı kaplumbağa afişleri ile donatılmış ve sahibi
Kayserili olan Mantı lokantasında bile fatura, üstünde bir kaplumbağa şekli oyulmuş madeni
bir kutunun içinde geliyor.
Caretta carettaların heykeli...
Kaplumbağalara tekrar döneceğiz, fakat Dalyan - Köyceğiz ekseni ve çevresi, kaplumbağa olsa da
olmasa da, gerçekten görülecek yerler. Bu ufacık cenneti görmek isteyen okuyucularımıza yerli
balıkçıların düzenlediği günlük turları öneririz. Sekiz saat kadar süren ve size 70 bin lira
(1994 yılı fiyatları ile) gibi cüzzi bir ücrete mal olan turlar hem sizin minnacık bir Mavi
Yolculuğa çıkmanızı hem de yörenin en ilgi çekici yerlerini fazla yorulmadan görmenizi sağlıyor.
Dalyan'ın genel görünümü...
Dalyan kasabası, Köyceğiz Gölü'nü Akdeniz ile bağlayan doğal bir kanalın kıyılarında kurulmuş.
Kasabanın 80'e yakın tekneyi barındırabilecek kadar uzun bir rıhtımı var. Genellikle tekneler,
kışları balık avlamak, yazları ise turistleri dolaştırmak için kullanılıyor. Köyceğiz - Dalyan
arasındaki ekonomik trafiğin çoğu da yine bu teknelerle yapılıyor.
İztuzu plajına hergün Dalyan'dan ve Çandır Köyü'den dolmuş tekneler kalkar...
Rıhtımdan ayrıldıktan biraz sonra kendimizi sazlıkların oluşturduğu labirentlerin içinde
bulduk. Bu sazlıkları karış karış bilen kaptanımız Ramazan, teknesini büyük bir ustalıkla bu
labirentlerden geçirdikten sonra ilk durağımız olan çamur banyolarına ulaştık. Tekneden iner
inmez gözümüze çarpan bir tabeladaki şu satırlar, yerlilerin kendilerini çevre sorunlariıa ne
kadar kaptırdıklarının ilginç bir yanıtı idi : "Bizler Allah'ın nimetlerine saygı duyar,
sahip çıkarsak dünyamız bize daha çok hizmete hazırdır". Buranın "nimeti" olan çamurdan
hemen yararlanmak isteyen bir kısım tur yoldaşımız, hemen mayolarını giyip aynı Kırkpınar'da
yağlanan pehlivanların yaptıkları gibi vücutlarını bu çamurla bulamaya başladıar. "Güzellik"
çamuru teni yumuşatarak kırışıklıkları ortadan kaldırdığı gibi romatizma, siyatik ve bel
fıtığı gibi hastalıklara da çok iyi geliyormuş.
Dalyan'la Köyceğiz arasındaki kanal labirent benzeri sazıkları ile ünlüdür...
Sizlere bu çamurun faydalı olup olmadığı konusunda bilimsel kanıtlara dayanan bir rapor
veremeyeceğiz, ama çamura bulananların tekneye döndükten sonra yüzlerinde okunan rahatlık,
çamurun en azından psikolojik faydalarının olduğuna işaret ediyordu.
Çandır Köyü yakınlarındaki çamur banyosu...
İkinci durağımız Sultaniye kaplıcaları oldu. Osmanlı stilinde inşa edilmiş olan bir hamam,
kaplıcaların ana binasını oluşturuyor. Hamamın içinde de kolaylıkla 10-15 kişinin rahatça
ayakta durabileceği bir havuz var. Bu şifalı sular, nevralji, romatizma ve çeşitli cilt
hastalıklarına bire bir geliyormuş.
Sazlıkların arasındaki dar kanallar...
Eski Yunan alimi Hippokrates, "Havalar, Sular ve Yöreler" adlı kitabında, kaplıcaların sağlığa
faydalarını uzun uzun anlatır. İnsan Ekolojisi bilim dalının kurucularından sayılan Hippokrates'e
göre bir yörenin havası, suyu ve toprağı, orada yaşayan insanların yalnız sağlıklarını etkilemekle
kalmayıp karakter ve davranışlarını, dolayısıyla ö yörenin tüm kültürünü de tayin eder.
Köyceğiz Gölü kenarındaki Sultaniye Kaplıcaları...
Hippokrates öve öve bitiremediği Batı Anadolu insanlarının fiziki güzelliklerini ve üstün
karakterlerini, yörenin ılımlı ikliminin doğal bir sonucu olarak değerlendirir. (Gerçi
bugünlerde iklim faktörü bir toplumun kültürünü oluşturan çok sayıda faktörden yalnız bir
tanesi olarak kabul edilmekte ise de, Dalyan'da alışveriş ettiğimiz dükkanlarda tek bir kazık
yemememiz, garsonlardan tutun da kaldığımız otel sahiplerine kadar tanıştığımız yöre halkından
gördüğümüz sıcak ilgi, Hippokrates'in haklı olduğunu gösteriyordu.)
Kaunos kaya mezarları...
İÖ 3 bin yılında Kverdanaılar tarafından kurulduğu sanılan Kaunos kentinin harabeleri turun en
önemli duraklarından biri oldu. Antik kentin akropolü, mitolojik bir devin başparmağını andıran
sarp bir tepe üzerinde kurulmuş. Akropolde 15 bin kişilik bir tiyatro, tapınak, bir spor
merkezi, bir Roma hamamı ve toplantı alanı var. Kaunos'un kuruluşuna ait ilginç bir efsane
günümüze kadar gelmiş.
Kaunos'un tiyatrosu...
Bu efsanenin bir versiyonuna göre, Milet Kralı Miletos'un, biri kız diğeri erkek ikiz çocukları
olur. Kıza Byblis, oğlana Kaunos adları verilir. İki kardeş birbirlerine çok bağlı olarak
büyürler, fakat gün geçtikçe bu bağlılığın bir kardeşlik sevgisinden çok daha ileri gittiği
ortaya çıkar.
Sarıgerme, Ortaca ilçesine bağlı, tatil köyleri ile ünlü, şirin bir kumsala sahip bir köy...
Ülkesinden kovulan Kaunos, Dalyan'a gelerek kendi adıyla anılan kenti kurmuş. Byblis kardeşini
bulmak için yollara düşmüş, aramadığı yer kalmamış ve artık hasretine daha fazla dayanamayıp
bir uçurumdan aşağı atlayarak intihar etmiş. Bu trajediyi izleyen "nymphe"ler (mitolojideki su
perileri) Byblis'in cansız vücudunu hemen bir pınara dönüştürmüşler. 0 gün bugün pınarın suları
Byblis'in aşkıyla çağlayıp durmuş.
Kaunos'un karşısına düşen balıkçılık dalyanı...
Kaunos kentinden bizlere kadar kalan diğer bir miras, akropolün kuzey doğusunda ve bugünkü
yerleşim alanının tam karşısındaki sarp bir yamacın üzerindeki kayalara oyulmuş mezarlar. İÖ
4. yy'da inşa edildiği sanılan bu mezarlar, Ion tipi sütunların üzerlerine oturtulmuş üçgen
şeklinde alınlıkları ile, görünüşte mezardan daha çok eski tapınaklari andırıyor. Eş zaman
Mısır piramitlerinin taşları başka yerlerde kesilerek binbir güçlükle Nil vadisine taşınmış;
Kverdanaılar ise taşı olduğu yerde kullanarak hem enerji hem de zaman bakımından çok daha verimli
bir metod uygulamışlar. Dağın entegral bir parçası olan yapıtların yıkılma olanağı da
böylelikle sıfıra iniyor. Mezarların bugün bile ancak usta bir dağcının tırmanabileceği dik
yamaçlar üzerinde kurulması da korunmalarını kolaylaştıran önemli bir faktör.
Dalaman Çayı üzerinde kayaking iki kişilik botlarla yapılıyor...
Akropolde bir saate yakın bir zaman geçirdikten sonra teknemize döndük. Sırada kasabaya adını
veren üç dalyandan biri var. Dalyanlar suya yerleştirilmiş bir çeşit büyük kafes. Doğal
ortamlar uygun olduğu zaman, kafeslerin ağzı açılıp balıkların içeri girmesi sağlanıyor ve
balıkçıya sadece avını kepçeyle sudan çıkarmak kalıyor. En çok tutulan kefal balığı, bunu
çipura ve levrek izliyor. Verilen emek ve yapılan masrafları göz önüne alırsak burada belki de
dünyanın en rahat ve verimli balıkçılığı yapılıyor. Uzun yıllar dalyanlar ağaların denetimi
altındaymış. 1921 yılında halkın kurduğu bir kooperatif idareyi ele geçirmiş ve hisseler daha
adilane bir şekilde dağıtılmaya başlanmış. Yöre halkının pek rağbet etmediği, fakat dışarıya
ihraç edilen yılan balığı ise gölde avlanıyor. Bunların dışında, kanaldan geçerek Akdeniz'e
açılan balıkçı tekneleri de var.
Köyceğiz Gölü'nden akşam manzarası...
Yolculuğumuz son durağı olan İztuzu paljı, gölü denizden ayıran, 5 kilometre uzunluğunda, en
geniş yeri 200 metreyi geçmeyen bir kum bandı. Kumsalda bir iki büfe ve üstünüzü değiştirmek
için yapılmış kulübeler hariç görünürde göze çarpan başka bir yapı yok. Ama bu mütevazi
kumsalın da tarihsel bir değeri var : Gelecekte tarihçilerin, belki de Türkiye'de "Bütün
ekolojik savaşların annesi" diye adlandıracakları çatışma burada gerçekleşmiş.
İztuzu plajına radar tepesinden bakış...
Olayların yaklaşık on yıllık bir geçmişi var. Büyük bir şirket, bu kumsalın hemen yanındaki
Sülüngür Gölü'nün bir kısmını doldurarak evvela 3 bin 200 yataklı olarak planlanan, sonradan
620'ye indirilen bir otelin temelini atmış. Yöre halkı memnun. Neden olmasınlar ? Ülkemizde
boş bulunan her sahil için kullanılan denklemler burası için de geçerli : Büyük otel eşittir
bol turist; bol turist eşittir bol para. Ama burada bu denklemlerin geçerliliğini kabullenmeyen
biri var. 0 da bu savaşın gazilerinden biri olan bir balıkçının, "önümüze kattığımız
Alaman garı" diye tanımladığı İngiliz kökenli June Heinhoff isimli bir bayan. Balıkçıya
göre halkın tepkisi, yapılacak tesislerin çevreyi kirleterek balıkları ortadan kaldıracağının
anlaşılmasından sonra başlamış. "Eninde sonunda burası da bir Foça olacaktı" diyor bu
Dalyanlı.
Dalyan'da radar tepesinden koyların görünümü...
Turizm, Kültür, Çevre Koruma Derneği Başkanı Meral Beltan hanımın bize anlattığına göre ise
savaşın kökeni çok daha ilginç kaynaklara dayanıyor. June hanım bu yörelere aşık olmuş bir insan;
aşık olduklarının arasında kaplumbağalar da var. June hanım, eğer bu tesisler yapılırsa bu
kumsalda 95 milyon yıl boyunca yaşamını sürdüren kaplumbağaların eninde sonunda tarihe
karışacağının bilincinde olan bir insan.
Dalaman Çayı üzerinde rafting için daha zorlu ve uzun bir etap da bulunuyor...
Tarih boyunca insanların bazı hayvan türlerine karşı aşırı bir sevgi göstermesine, hatta bazı
türleri kutsal sayarak tapmasına sık sık rastlarız. Örneğin, bazı Kızılderili kabileleri ayıyı,
güney denizlerinde yaşayan Maoriler köpek balığını, eski Japonlar balinayı kutsal sayarlardı.
Bugün bile Budistler bir sivrisineği öldürmeyecek kadar hayvanlara saygı gösterirler. Kutsal
sayılmasalar bile, Amerika'da köpek veya kedisi olmayan bir ev zor görürsünüz. İngiltere'de
köpek adeta ailenin bir ferdi sayılır.
Biz Türkler'de de eskiden beri çok yaygın olan at sevgisi bazen öyle boyutlara ulaşmış ki,
"Bir atı severim, bir de güzeli" diyen eski bir Türk ozanı bir an bile olsa atını
yavuklusundan daha ön plana çıkarmaktan kaçınmamış. Ama, kaplumbağa ? Hadi canım sen de !
Akşam üzeri boş şezlonglar...
Tavşana karşı yaptığı yarışmayı kazanması hariç kaplumbağaların tarihe veya folklara mal olmuş
başka bir yetenekleri olduğunu hatırlamıyoruz. (Deniz kaplumbağalarının çiftleşmesi 4.5 saat
kadar sürer, ama belki de bir dünya rekoru olan bu performansın halk tarafından bilindiğini
tahmin etmiyoruz.) Öte yandan, olaya bir de ekolojik yönden bakarsanız karşınıza çok daha başka
bir tablo çıkar. Mikroskobik bakterilerden tutun da beş tonluk bir file kadar bütün hayvanlar,
hem birbirleri ile hem de çevreleriyle çeşitli ilişkiler kurarlar ve bu ilişkilerin en önemlileri
Orhan Veli'nin; "Büyük balık küçük balığı yer demişler" mısrasında bahsettiği besin
zinciri ve bu zincirlerin oluşturduğu besin ağlarıdır. Küçük balık ortadan kalkarsa, aç kalan
büyük balığın hali dumandır; yok aynı akıbet büyük balığın başına gelirse o zaman meydanı boş
bulan küçük balıklar kıran kırana bir rekabete girerler ve sonuçta bazı balık türleri de bu
rekabet sonucu ortadan yok olabilir. Bir türün yok olması, besin zincirinin diğer halkalarını
da olumsuz olarak etkileyebilir.
Şimdi İztuzu kumsalına geri dönelim. Ülkemiz sularında biri halk dilinde sini kaplumbağası
- bilimsel adı Caretta caretta - ve diğeri yeşil kaplumbağa - Chelonia mydas - diye bilinen
iki tür deniz kaplumbağası yaşar. Deniz kaplumbağalarının eti özellikle deniz kıyılarında
yaşayan toplumlar için önemli bir besin kaynağıdır. 15. yy'dan başlayarak yakın zamanlara kadar
deniz kaplumbağaları, uzun seferlere çıkan gemicilerin taze et ihtiyacını karşılamıştır.
İztuzu plajında kaplumbağa yuvalarının zarar görmemesi için kıyıdan itibaren 10 ile 35.
metreler arasındaki kazıkların arasına şezlong, şemsiye koymak, havlu sermek, oturmak yasaktır.
İlk 10 m Özel Çevre Koruma Kurumu görevlileri tarafından denetlenmektedir...
Musevi inancında olduğu gibi İslam inancında da kabuklu hayvan eti makbul sayılmadığından
ülkemiz kaplumbağaları uzun zamanlar normal yaşamlarını sürdürmeyi başarmışlardır. Ancak, gün
geçtikçe kıyılarımızın bir taş yığını halini alması kaplumbağalar için ciddi sorunlar
yaratmıştır.
Caretta caretta'lar yumurtalarını bırakmak için genellikle ayışığının çevreyi aydınlattığı gecelerde
kumsala çıkarlar...
Zamanlarını genellikle denizde geçiren bu kaplumbağaların dişileri, yumurtlama mevsiminde üç
veya dört kere kumsala çıkarak yumurtalarını kendi kazdıkları bir çukura gömerler. İki ay sonra
yumurtadan çıkan yavrular geceleyin, suyun pırıltısını bir pusula gibi kullanarak, denize
ulaşırlar.
Caretta neslini sürdürecek yumurtalarını İztuzu kumsalında açtığı yuvasına yumurtlar...
Kumsalda görünebilecek bir ışık, büyük bir otelin lambaları gibi, yavruların denize değil
ışığın olduğu yöne doğru gitmelerine yol açar ve güneş doğduğunda çok yumuşak olan kabukları
vücutlarını kızgın şualardan koruyamadığı için kavrulup giderler. Doğal bir ortamda bırakılan
70 civarındaki yumurtadan çıkan yavruların zaten büyük bir kısmı kertenkelelere, yengeçlere,
kuşlara ve tilkilere yem olur ve ancak bir veya iki tanesi kendini kurtarmayı başarır. Bir
de buna kumsalın yanında koskocaman bir otelin, yavruların navigasyonunu bozacak ışıklarını
eklerseniz, o kumsalda yumurtlayan kaplumbağaların neslinin eninde sonunda yok olacağı büyük
bir olasılıktır.
Kaynak : Atlas ,Aylık Gezi Dergisi, Sayı 19