İLKEL TOPLUMLARDA MİSTİK DENEYİM VE SİMGELER
Lucien Levy-Bruhl
Doğu Batı Yayınları, Kasım 2006, Ankara.
http://www.dogubati.com/default.aspx
İÇİNDEKİLER
Çevirmenin önsözü
Yazarın önsözü
BİRİNCİ ANA BÖLÜM: İLKELLERDE MİSTİK DENEYİM
GİRİŞ1. Özgün bir mistik deneyimden söz edebilmek mümkün müdür?
2. İki deneyim türü ve birbirleriyle olan ilişkileri
3. Tipik mistik deneyimler
4. Mistik deneyimin yaygınlığı ve mitler
5. Ölülerle kurulan bağlantı
6. Mistik deneyimle ilgili şemalar
7. Ayrıcalıklı mistik deneyimler
8. Medicine-men ve Şamanlar
BİRİNCİ BÖLÜM: Şans ve Sihir/Büyü
I.1. Şans/talih görünmez güçlerin eylem halinde olduklarını gösteriyor
I.2. Rastlantı olabilir ancak kaza söz konusu olamaz.
I.3. Kötü talihi engellemeye yönelik büyü teknikleri
I.4. Oyun, yarışma ve sportif etkinliklerde talihi kendi yanına çekme araçları- Rastlantı/talih
oyununun mistik anlamı.
İKİNCİ BÖLÜM: Mistik deneyimde olağandışı
II.1. Olağandışı bir durumun yol açtığı özgün izlenim.
II.2. Olağandışı talihsizliğe yol açar ve büyüler.
II.3. Olağandışını belirlemeye yarayan terimlerin olumlu özelliği.
II.4. Olağandışı ve doğaüstüne özgü duygusal kategori.
II.5. Olağandışının hayvanlar ve küçük çocuklar üzerinde bıraktığı izlenim
II.6. İnsanın bu izlenime tepkisi: Başka türlü bir gerçekliğin varlığının hissedilmesi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Düşler ve zihinsel-görüntüler/hayaller (visions)
III.1. Düş, gerçek ve bilinmeyeni açıklayabilen bir deneyimdir.
III.2. Avustralyalılarda (dream-life) “düşteki yaşam” totem özellikleri taşıyan varlıklarla
ilişkiye geçilmesini sağlamaktadır. Düşün mitle olan ilişkileri.
III.3. Kuzey Amerika’da karşılaşılan benzer olgular üzerine.
III.4. Düşler aracılığıyla kehanette bulunmak.
III.5. Düşlerin-“zihinsel-görüntülerin”/hayallerin içeriği gelenekler tarafından beslenmektedir.
III.6. Mistik deneyimler ve inançlar arasındaki ilişkiler.
III.7. Görünmez dünyanın düşsellik ve gerçeklik boyutu.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Ölülerin varlığı
IV.1. Ölüler yaşamayı sürdürüyorlar ancak bu işi geçidin öte tarafında yapıyorlar.
IV.2. Görünmez bir varlık olan ölü, vefatını izleyen belli bir zaman dilimi boyunca
yakınlarının yanında kalıyor (Avustralya).
IV.3. Yeni-Gine’de karşılaşılan benzer olaylar.
IV.4. Yeni Kaledonya’da karşılaşılan benzer olaylar.
IV.5. Yeni mekanlarında yerleşik bir yaşam sürdürmeye başlayan ölülerle kurulan ilişkiler.
IV.6. Driberg’e göre siyah Afrika’daki ölülerin toplumsal konumları.
İKİNCİ ANA BÖLÜM: İLKELLERDE SİMGELER
BEŞİNCİ BÖLÜM: Simgelerin doğaları ve işlevleri.
V.1. İlkellerin simgeleri bizimkilerden değişik mi?
V.2. Bütünleştikleri simgeler bu kişiler aracılığıyla nesnelleşiyorlar.
V.3. Pars pro toto ilkesi.
V.4. Avustralya’daki belli kutsal mekanların simgesel işlevi üzerine.
V.5. Güney Amerika’da karşılaşılan benzer olgular üzerine.
V.6. Bu olguların eski çağlardaki dayanakları.
V.7. Yeni-Gine’de anlamları bilinmeyen simgeler.
V.8. Ölülerin simgeleri imgesel olmak zorunda değildir.
V.9. Mezarların üstündeki ya da yanındaki taşlar üzerine.
V.10.Siyah Afrika’daki ölülerin simgeleri olan sopalar, çömlekler.
V.11.Temsil ettiği canlı ya da ölüyle özdeşleştirilen simge.
ALTINCI BÖLÜM: Simgesel eylem biçimleri.
VI.1. Simgelerin gündelik yaşamdaki kullanımı.
VI.2. Simge-uzantılar aracılığıyla gerçekleştirilen eylemler.
VI.3. Simgelere isimleri verilerek etkilenmeye çalışılan insanlar.
VI.4. Nitelik transferi: Yönlendirilmiş ve sınırlandırılmış bütünleşmeler.
VI.5. Toprakla ilgili büyülere ait örnekler.
VI.6. Duygusal bir soyutlama içeren simgesel eylem.
YEDİNCİ BÖLÜM: Simgesel biçimlendirme.
VII.1. Gerçekleşmesi arzulanan bir olayın önce düşünce düzeyinde biçimlendirilmesi.
VII.2. Bu simgesel eylem mistik deneyim ve sıradan deneyimin iç içe geçmelerine yol
açmaktadır.
VII:3. Kesin bir örnek: Emerek tedavi etme. Medicine-man‘in maddesel bir durum arz eden
hastalığı söküp alma eylemini biçimlendirmesi.
VII:4. Sahtekarlık değil simülasyon.
VII:5. Formüller(/kalıplaşmış sözcükler) aracılığıyla gerçekleştirilen simgesel eylem: Sözlü
biçimlendirme.
VII.6. Söylenen formül(/kalıplaşmış sözcük) gelecekte olacak olayı o anda
gerçekleştirmektedir.
VII.7. Simgesel biçimlendirme, etkinliğini, bir bütünleşme sürecine borçludur.
========================================================
YAZARIN ÖNSÖZÜ
Bu kitabı eline aldığı sırada, buraya koymak istemediğim bilgileri bulamayan okuyucu hiç şaşırmamalıdır. Bu yüzden konuyu kitabın başlığından daha da kesin bir şekilde sınırlandırmanın bir yararı olabilir. İlkellerdeki simgeler ve mistik deneyimi onların zihinsel yapılarından yola çıkarak açıklamaya çalışıyorum. Burada sorulan soru şudur: Bu simgeler ve bu deneyime özgü belli başlı özellikler hangileridir ve bu sorunun yanıtını ilkellerin zihinsel yönlendirilmesi ve zihinsel farklılıkları doğrultusunda aramak gerekip gerekmediğidir.
Öncekilerin doğal bir devamı sayılabilecek bu çalışmada da ne sorduğum sorular ne de genel yöntem konusunda bugüne kadar izlemiş olduğumdan ayrılamazdım. Bu yüzden ilkellerde simgeler ve mistik deneyimin, bizim batılı uygarlıklarımızda alışık olduğumuz tipten bir şey olmadığının altını çizmeye çalıştım. Tam tersine araştırmadan yorumlamak gibi bir yanılgı içine özellikle düşmemeye çalıştım zira düşünmeden ve eleştirmeden neredeyse kendiliğinden böyle bir yorumlayıcı tavrı benimseyenler olduğunu görüyoruz. İnsan sürekli kendi yazdıklarından kuşkulanmak, yalnızca olguların betimlemesi ve bunların karşılaştırmalı çözümlemelerine dayanması gerektiğini bilmek durumundadır. Öte yandan bu incelemenin temel malzemesi iyi okullarda yetişmiş etnologların yerinde gözlemleri ve güvenilir tanıklıklardan oluşmakla birlikte, etnoloji kadar sosyoloji ve psikolojiden de yararlanıldığı söylenebilir. Benim amacım şu ya da bu ilkel topluma ait sürüyle simgenin tarihi ve teknik bir incelemesini sunmak; zaman içinde hangi biçimlere, vs bürünmüş olduklarını göstermek ya da mistik deneyimin nasıl gelişip, çeşitlilik arz ettiğini, inançlar ve kültler içindeki yerini belirlemek değildir. Bu muazzam alan etnoloji ve dinler tarihi uzmanlarına aittir. Burada bu araştırmalara giriş mahiyetinde basit bir deneme okuyacaksınız. İlkel zihniyetin yönlendirilmesiyle ilgili bilgi arayanların işlerine pek yaramayacağı söylenebilir.
Pek çok karışıklığa yol açmış olan “ilkeller” ve “mistik”(gizemli) gibi iki terimi burada da kullanmayı sürdürüyorum. Bir kez daha bu konudaki anlam karmaşasından kaçmaya çalışacağım. Sözcüğün yazılı anlamında “ilkeller” olarak adlandırılan insanlar, bize tarihin o ilk başındaki insanlardan çok daha yakın olup, günümüz dünyasında bizim en eski atalarımıza tekabül edenlerdir. Bu gelişmeci varsayıma dayalı bir yaklaşım olup, olgular aracılığıyla kanıtlanması oldukça zordur. “İlkeller” sözcüğünü kullanmayı sürdürmemin nedeni, genellikle herkesin kullandığı bir terimi kullandığımı gösterebilmektir. Eskiden “vahşiler” olarak adlandırılan, bizden ne daha çok ne de daha az ilkel olmayan, töreleri ve kurumları bizimkilerden farklı olan, bizden daha aşağı ya da geri kalmış olarak nitelendirilen toplumlara atfedilen bir sözcüktür.
“Mistik”(gizemli) sözcüğüne gelince daha giriş bölümünden itibaren bu sözcüğün hangi anlama geldiği kolaylıkla anlaşılmaktadır. “Zihinsel İşlevler” başlıklı çalışmamda, bu sözcük ilkel zihniyetin en önemli özelliğini belirlememi sağlamıştır. Bu sözcüğü biraz da çekinerek kullanmış ve yol açabileceği yanlış anlamaları önlemeye çalışmıştım. “Daha iyisini bulamadığım için bu terimi kullanacağım demiştim. Bizim toplumlarımızda oldukça farklı bir şey olan dini mistisizmi çağrıştırmak gibi bir niyetim yok. Burada “mistik” sözcüğünü güçlere , etkilere, duygular tarafından algılanamayan ancak yine de gerçek olan eylemlere olan inanç anlamında kullanıyorum.” 1910 yılından bu yana yayınlanmış olan metinlerde yetersiz ve henüz emekleme aşamasında olan sözcüğü hep bu anlamda kullandım.
Bugün de yine ondan yola çıkacak ya da konuya onunla girecek ve ilkellerde mistik deneyim konusunu derinleştirmeye, bireysel ve toplumsal yaşantılarındaki önemini göstermeye çalışacağım.
========================================================
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Lévy-Bruhl’un ilkel toplumlar üzerine yazmış olduğu her metin Modern toplumların zihinsel yapısında büyük şaşkınlıklara yol açacak türden çalışmalardır. Zira önce Marksist sonra da Freudçu düşüncenin sosyal ya da insan bilimleri neredeyse egemenlikleri altına almış oldukları bir dönemde Mauss-Durkheim ekolü, Malinowski ve daha pek çok bilim adamıyla birlikte yazarımız da egemen düşüncelere karşı sürdürülen bu entelektüel rekabetin bir parçası olmak istemiş gibidir.
Anlayabildiğimiz kadarıyla, Mauss-Durkheim ekolü ve ona yakın duran bilim ve düşünce insanları gerek Marksist gerekse Freudçu düşüncenin yetersizlik ve boşluklarını ilk fark eden ve bunları kanıtlayan insanlar olmuşlardır. Örneğin Lévy-Bruhl, İlkel İnsanda Ruh Anlayışı başlıklı çalışmasında dünyanın dört kıtasında yaşayan ilkel toplumlarda tek tanrılı dinler ve özellikle de Hıristiyanlıktaki “ruh” kavramının karşılığının bulunmadığını kanıtlayarak Modern toplum insanlarının kafasında büyük soru işaretlerinin oluşmasına çok önemli bir katkıda bulunmuştur. Dünyada kendileri dışında yaşayan bütün toplumları yalnızca kendi gözlükleriyle değerlendirmeye alışmış bulunan Modern toplumlar, bilimselliğini yadsımanın mümkün olmadığı bir düşünsel yaklaşım karşısında her zaman olduğu üzere ya boyun eğme ya da tamamıyla dışlama yoluna gitmiştir. Yazarımız, o çalışmasında, Freudçu psikoloji ve psikanalizle herhangi bir bağlantı kurmanın mümkün görünmediği ilkel insanları kendi kendilerine olan bakış açılarından yola çıkarak açıklamaya çalışmıştı. Tıpkı bu çalışmasında yaptığı gibi.
İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler başlıklı bu metinde de aynı yönteme başvurulmaktadır. Yazar ilkel insanların kendi yaşadıkları olayları kendi yorumlayış biçimlerinden yola çıkarak anlamaya ve bu bilgileri Modern toplumlar için anlaşılır hale getirmeye çalışmaktadır. Bu araştırmalar sırasında bir felsefeci geçmişine sahip olmanın kendisine büyük yararı dokunmuş olduğu söylenebilir. Çünkü (bazen okuyucuyu yoracak kadar) çok titiz ve dikkatli bir sorgulama yöntemiyle konuyu en ince ayrıntılarına kadar didik ederek okuyucunun aklında konuyla ilgili en küçük bir kuşku bile kalmamasını sağlamaya çalışmaktadır. Felsefeci olmanın bir başka yararı da ilkel insanların öncelikle dünyaya, yaşama ve ölüme bakışlarını, zihinsel yapılarını tespit ettikten sonra toplumsala yönelik soruların yanıtlarını bulmaya çalışmış olmasıdır. Zira onların tüm yaşamlarının bunlar üstüne kurulu olduğu görülmektedir.
Bu çalışmayı (ilk yayın tarihi1938) devrimci olarak nitelendirmemizin iki nedeni var. Birincisi başlıkta görüldüğü gibi çalışma iki ana bölümden oluşuyor. Birinci ana bölüm Mistik Deneyim kavramı üzerine kurulu. Modern toplumlardaki pozitif deneyim ile ilkel toplumlardaki mistik deneyimi karşılaştıran yazar, bu bölümü, insanlık açısından çok önemli bir tespitle noktalıyor. İnsanda bir soyutlama yeteneğinin oluşmasının kökeninde bu mistik deneyim olayının bulunduğunu söylüyor. Modern insanın ciddiye almayıp, dalga geçtiği bu deneyim biçimini kılcal damarlarına kadar çözümleyip, açıkladıktan sonra belki de insanlığın zihinsel gelişmesinin en önemli unsurudur diyerek konuyu noktalıyor.
İkinci ana bölümdeyse ilkel insanlardaki simge anlayışının Modern toplumlardaki simge anlayışından tamamen farklı bir şey olduğunu gösterdikten sonra bu birincilerde simgesel eylem çeşitlerinin evrenselliğini kanıtlamaktadır. Burada da birinci ana bölümde olduğu gibi yine insanlık açısından hayati öneme sahip bir saptamayla konuyu noktalamaktadır. Lévy-Bruhl, “simgeler” başlıklı bu bölümde bize insanların konuştuğu dillerin kökeninde bulunan temel evrensel unsurun onların anladıkları şekliyle simgeler olduğunu göstermektedir. Ona göre ilkel toplumlarda nesneler, varlıklar, vs özetle hem simge hem de sözcük görevini başlangıçta birlikte yerine getirmekteydiler. Yani onlar için örneğin nesne=simge=sözcüktü. Ancak zaman içinde gerçekleşen değişmeler nedeniyle nesneler ve varlıklar ortadan kaybolduktan sonra bile sözcükler var olmayı sürdürdüler. Bu sözcükler giderek çoğaldıkça insan dilinin soyutlama kapasitesinde de belli bir gelişme oldu.
Görüldüğü gibi yazarın öne sürdüğü bu iki sav insanlık tarihi açısından çok önemlidir. Bir yandan soyut düşüncenin oluşma biçimini açıklarken, diğer yandan da soyut düşüncenin ifade düzeyinde nasıl somut bir biçim kazandığını göstermektedir.
İlkel toplumların açıklanmasında sosyolojinin yanı sıra antropoloji, etnografi ve felsefenin de ne kadar önemli bir yere sahip oldukları Lévy-Bruhl’un bu toplumlara yönelik çalışmalarında tüm ciddiyetiyle karşımıza çıkmaktadır.
Oğuz ADANIR
İzmir, Ağustos 2006
«« listeye dön