NEDEN HER ŞEY HALA YOK OLUP GİTMEDİ?, J ean BAUDRİLLARD

I. Basım, Boğaziçi yayınları, İstanbul, Mayıs, 2012

Özgün başlık: Pourquoi tout n’a-t-il pas déjà disparu?
L’Herne 2007, 2008 Paris

ÖNSÖZ

“Hiçbir şeye sahip olmayanın elindeki alınacak”
Aziz Matheus, 25, 29 5

“Bir şeyler olması gerekirken neden hiçbir şey yok?” sorusu Leibniz’in sorduğu
sorunun tam tersi olup, böyle bir soru sormak metafizik düşüncenin de kesinlikle saf dışı
edilmesi anlamına geliyor.
Artık varlık yok hiçlik var. Borges’in dostu olan Macedonio Fernandez daha önce
hiçlikle ilgili bir araştırma yaparak sorgulamayı olabilecek en uç noktalara taşımış Arjantinli
bir yazardır: “Hiçlik de dahil olmak üzere Hiçlik konusunda, yalnızca Hiçlik konusunda ama
tamamıyla değil her şey araştırılabilir. Hiçlik konusunda daha ileri gidilerek Hiçliğin sahip
olduğu pek çok ince ayrıntıya kadar inilebilir6”. Jean Baudrillard bu hiçlik sınırlarını daha da
genişleterek en ince ayrıntılara kadar inmektedir. Burada bir sonuca varmak gerekmektedir.
İyiliğin, Kötülüğün saf dışı edilmesinin, Sonsuzluğun zamanın saf dışı edilmesinin, Her şeyin/
Hepsinin hiçliğin saf dışı edilmesinin bir sonucu olduğu düşünülüyordu. İnsanlar her zaman
her şeyi bir araya getirmek, ikiliği indirgemek, Kötülüğü saf dışı etmek, hiçliği yok etmek
gibi totaliter bir tavır takınmışlardır. Bu yöntemle de dünyadaki anlam karmaşasına bir son
vermişlerdir.
Oysa hiçlikle birlikte yaşamayı öğrenmek gerekmektedir. Asıl önemli ve değerli olan
şey hiçliktir. “Uçan bir güvercin7 için hava ve rüzgar ne anlama geliyorsa, insan için de hiçlik
o kadar hayati bir öneme sahiptir.” Kant’ın verdiği örnekteki “hafif güvercin” her türlü
direnci alt ettiği takdirde daha iyi uçabileceğini düşünmektedir.
Bu bir nihilizm olarak nitelendirilebilir mi? Hayır nitelendirilemez, zira nihilizm
hiçliğin unutulması demektir. Sahip olduğu o insanı her şeye karşı duyarsız kılma gücü
sayesinde nihilist olan bir şey varsa o da sistemdir. Baudrillard’ın deyimiyle
sistem “hakikaten inkarcıdır”, çünkü kendisi hiçliğin, her türlü illüzyonun inkar edilmiş
biçimidir. Geriye meydan okuyan, dünyanın bir illüzyona benzediğini iddia edip, bir şeyler
olması gerekirken neden hiçbir şey olmadığını soran ve “hiç bitip tükenmeyecek bir anlam
görünümüne sahip hiçliğin peşini bırakmayan” radikal düşünceden başka bir şey kalmamıştır.
Bu bir karşı metafizik düşünce değil, tamamıyla metafizik düşünce karşıtı olarak
nitelendirilebilecek bir düşüncedir.

François L’Yvonnet

NEDEN HER ŞEY HALA YOK OLUP GİTMEDİ?

Jean Baudrillard tarafından aktarılmıştır, Les Exilés du dialogue (Enrique Valiente Noailles ile birlikte
gerçekleştirilen kitap),Paris, Galilée, 2005, s.154.
6 Papiers de Nouveauvenu et continuation de Rien, Paris, José Corti, 1992, s.157.
7 Les Exilés du dialogue, a.g.y.

Zamandan söz ettiğim sırada onun varlığını hissedemiyorum.
Bir yerden söz ettiğim sırada o yer ortadan kaybolup gitmiş oluyor.
Bir insandan söz ettiğim sırada o insan ölmüş oluyor.
Zamandan söz ettiğim sırada akıp geçmiş oluyor.

Bu durumda insanın ortadan kaybolup gittiği bir dünyadan söz edebiliriz.
Burada söz konusu olan şey ortadan kaybolmadır yoksa tükenme, yok
olup gitme yada ortadan kaldırılma değil. Kaynakların tüketilmesi, türlerin yok
edilmesi gibi şeyler fiziksel süreçler yada doğal olgulardır.

Zaten bütün fark da burada yani insanoğlunun kesinlikle özgün bir
ortadan kaybolma biçimi icat etmiş olan yegane varlık olup, bunun doğa
yasalarıyla hiçbir ilişkisinin bulunmamasındadır. Belki de bu bir ortadan
kaybolma sanatıdır.

Arşimed’in bulunduğu nokta

İşe gerçeğin ortadan kaybolmasından başlayalım. İletişim araçlarıyla
sanal teknolojinin ortaya çıktığı ve her yerin değişik tipte ağlarla kaplandığı bir
çağda gerçekliğin katledilmesinden yeterince söz edildi. Bu arada gerçeğin ne
zaman ortaya çıkmış olduğu meselesi unutulup gidildi. Biraz yakından
incelendiğinde gerçek dünyanın bilimsel, analitik yöntemle değiştirilip
dönüştürülme ve bu işin teknoloji aracılığıyla gerçekleştirilme kararının
verildiği modernleşme çağında ortaya çıktığı görülmektedir. Hannah Arendt’in
deyişiyle yeryüzü dışında (Galileo’nun teleskopu bulması ve matematiksel
hesabın keşfedilmesiyle başlayan) bir Arşimed noktası icat edilerek doğal dünya
kesinlikle bu noktanın dışında kalan bir yerlere taşınmıştır. Bu bir yandan
dünyayı çözümlemeye ve dönüştürmeye çalışan insanın aynı zamanda bir
gerçekliğe benzettiği dünyadan kopmaya başladığı andır. Öyleyse paradoksal bir
şekilde gerçek dünyanın ortaya çıktığı andan itibaren ortadan kaybolmaya
başladığı söylenebilir.
Sahip olduğu o istisnai öğrenme yeteneği sayesinde insan bir yandan
dünyaya bir anlam, bir değer ve bir gerçeklik kazandırmaya çalışırken, diğer
yandan bunlara koşut bir şekilde eriyip gitmelerini sağlayacak bir süreç
başlatmıştır (“çözümlemek” sözcüğün gerçek anlamında “eritmek” demektir).
Hiç kuşkusuz daha önceki dönemlere giderek kavram ve dilyetisi
sözcüklerinin de ne zaman ortaya çıkmış olduklarına bir bakmak gerekir. Çünkü
insan şeyleri kafasında canlandırıp, isimlendirip, kavramsallaştırarak var
ederken aynı zamanda da onları ait oldukları ham gerçekliğin içinden kurnazca

çekip alarak yok olmalarına neden olmaktadır. Örneğin, sınıf mücadelesi de
Marx onu bu şekilde adlandırdıktan sonra ortaya çıkmıştır. Oysa Marx ona bu
ismi yakıştırmadan önce de çok yoğun bir mücadele vardı. Bu ismi aldıktan
sonra zaman içinde yoğunluğunu yitirmiştir. Bir şeye bir isim verilip, temsil
edilebilir bir hale getirilip, bir kavram niteliği kazandırıldığı andan itibaren o
şey bir hakikate dönüşme yada kendini bir ideoloji olarak dayatma pahasına bile
olsa yavaş yavaş canlılığını yitirmektedir. Bilinçaltı ve Freud tarafından
keşfedilmesi konusunda da benzer şeyler söyleyebiliriz. Bir kavram ortaya
çıkmaya başladığında temsil ettiği şey ortadan kalkmaya başlamaktadır.

Hegel, baykuş gün batarken uyanır demektedir.
Kendisinden sanki bir gerçeklikten, tartışılmaz bir gerçeklikten söz
edercesine söz edilen ve hakkında bu kadar çok şey söylenen küreselleşme belki
de artık popülaritesini yitirmiş bir hareket olup, biz şu anda başka bir şeyle
cebelleşiyor olabiliriz…..