YAKIN-UZAK COĞRAFYALARA AİT TOPLUMLARLA ANADOLU KÜLTÜRÜ / ZİHNİYETİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER

VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, 27 Haziran - 1 Temmuz 2006, Gaziantep.

 

 

Gezmekten hoşlanan insanlar için dünyamız gerçekten çok büyük bir gezegendir. İnsanlar konusunda araştırma yapmaya kalkıştığınızdaysa aynı dünyanın neredeyse küçük bir ülke boyutlarına indirgendiği söylenebilir. İsterseniz konuya ayrıntılı bir şekilde girmeden önce birkaç noktaya değinelim. Dünyada toplumlar, topluluklar ya da gruplar halinde yaşamayan insanların bulunduğu bir bölge, ülke var mıdır; hiç var olmuş mudur? Toplumsal anlamda hangi türü olursa olsun aile en küçük evrensel ortak birim midir ? Her toplumun en önemli iletişim aracı dili midir? Yemeyen, içmeyen bir toplum var mıdır? İnanç evrensel bir ortak özellik midir? Kendini oyundan mahrum bırakmış, şarkı söyleyip, dans etmeyen bir toplum tanıyor musunuz? Geçmişte bir şef ya da liderden yoksun topluluklarla karşılaşılmış mıdır? Sevgi, şefkat, minnet, kıskançlık, rekabet, meydan okuma, öfke, korku, neşe, hüzün, yas, çıkar, paylaşma ve daha pek çoğu evrensel ortak duygular değil midir? İnsanlık tarihinde hainleri, nankörleri, hırsızları, ahlaksızları olmayan bir toplum var mıdır? Bu dünyada batıl inançları, falcısı, büyücüsü olmayan toplumlar yaşamış mıdır? Bütün dünya neden hâlâ büyü düzenine ait olan günlük burç bilgileriyle ilgilenme alışkanlığından vazgeçememektedir?

Bu dünyanın insanları kişilik, karakter ve duygusal açıdan birbirlerine sandığımızdan çok daha yakın ve benzerdir. Mevcut duruma bakıldığında kimi toplumların uzun bir süre önce zihinsel bir devrim sürecinden geçmiş olmaları nedeniyle gezegenimiz toplumları birbirlerine oldukça yabancılaşmış gibi görünmektedirler. Zira Modern toplumlar olarak adlandırılan bu toplumların geçirmiş oldukları zihniyet değişikliği geri kalan dünya toplumlarının neredeyse tamamı tarafından henüz yaşama geçirilmemiştir. Dünya toplumlarını, en azından tarihin belli bir dönemine kadar, devasa bir ağacın, hiçbiri ötekinin

aynı olmayan dallarına yani özde aynı, biçimi değişik parçalardan oluşan bir bütüne benzetebilmek mümkündür. İster göçebe, ister, avcı ya da balıkçı, ister çiftçi, vs olsun yukarıda sayılan bütün özellikler hepsinde vardır ya da bir zamanlar var olmuştur.

Biz bu düşünceden hareketle Anadolu’ya yakın ve çok uzak coğrafyalarda benzer düşünce, töre, gelenek ve âdetler konusunda birkaç örnek sunmak istiyoruz. Dünya toplumları arasında yaptığımız karşılaştırmada örneklerin bu kadarla sınırlı olduğunu düşünmek doğru değildir. Biz yüzler hatta binlerce örnek arasından seçmede büyük sıkıntı çekmiş olduğumuz birkaç tanesini sunmaya çalışacağız. Bu alanda önemli uzmanların çalışmalarına başvurduk. İnançlar zihinsel- düşünsel süreçlerdir. İşe dünyanın çok farklı bölgelerinde karşımıza çıkan ve ortak özellikler taşıyan, batıl olarak nitelendirdiğimiz bir inanç örneğiyle başlayalım:

Gerek Şaman ve gerek İslâm Türklerin halk hurafelerinde bugüne kadar yaşayan ve mühim rol oynayan ruhlardan biri Al yahut Albastıdır…Kırgız-Kazak Türklerin…(de)…Albastı iki nevi olup biri Kara Albastı ve diğeri Sarı Albastıdır. Sarı Albastılar hoca ve baksı (Şaman)ların okumasıyla defolup giderler. Kara Albastı ise kendisini görmek iktidarına malik olan ocaklı adamdan başka kimseden korkmaz. Sarı Albastı sarışın kadın suretindedir. Bazen keçi ve tilki suretlerine de girer. Bu ruh loğusalara musallat olup, ciğerlerini alır ve götürüp suya atar. Baskılar yahut ocaklı adamlar Albastıyı yakalayıp ciğeri yerine koymağa mecbur ederler.

Uluğ Kem nehrinde bulunan Tuba-Uranha şamani Türklerin akidelerine göre, Albıs evlenmeyen bir kızdan türemiştir; kumsal yerlerde ve kayalarda bulunur…kızlara musallat olur ve hasta yapar. Muktedir şamanlar ilahiler okuyup Albıstıları defederler…

Yakut Türklerinin akidelerine göre isim ve karakter itibarıyla bizim Albastıyı andıran Abası denilen ruhlar vardır…Abasıların mümeyyiz vasıflarından biri insanın kutu (ruhu)nu alıp götürmektir…

Anadolu Türk hurafelerinde de aynı ruhun mühim rolünü görüyoruz.”Alkarısı” ve “albastı” hastalığı tesmiye edilen bu ruh loğusa kadınlara musallat olur…Loğusanın ciğerini alıp suya bırakırsa loğusa ölürmüş (Makaleler ve İncelemeler, I.cilt , Abdülkadir İNAN, s.259-261, TTK, 1987, Ankara)

Dünyaca ünlü bir bilim ve düşünce adamı olan Lucien Lévy-Bruhl’un, gezegenimize ait beş kıtadan örneklerle dolu çalışmasından, yukarıda dile getirilen konuda ortak özelliklere sahip bir, iki örnek sunalım:

“Bizim için beyazımtırak, yumuşak ve vücudun belli bir bölgesini işgal eden böbrek yağı, Viktoryalı (Avustralya) yerliler için de aynı şeyi mi ifade etmektedir? Bu yaklaşım doğrudur ancak böbrek yağı aynı zamanda bambaşka bir şeydir. Gözle görülen ve elle tutulabilen bir nesne aynı zamanda “manevi bir niteliğe” sahiptir, bir başka deyişle gizemlidir. Viktorya’da yaşayan yerleşik beyazın deyimiyle bu: “İnsanın hayatı” demektir. Fizik kanunlarını bir kenara bırakacak olursak, bu yağ yerinden hiç oynamadan vücudun içine girip, çıkabilmektedir. Yukarıda sözü edilen kesim işlemi bile gizemli bir işlem olup, bırakılan iz bir ameliyat bıçağının bıraktığı türden bir iz olmayabilmektedir. Dolayısıyla vücudun üzerinde böyle bir kesim izinin bulunmaması kesim işleminin yapılmamış ve böbrek yağının alınmamış olduğu anlamına gelmemektedir. Böyle bir kanıt yalnızca bizim gibi pozitif düşünce yapısına sahip olan insanlar için geçerlidir. Oysa gizemli ilkel zihniyet açısından bu kanıta gerek yoktur. Bu kişi gördüğü bazı izlere bakarak birinin böbrek yağının alınıp, alınmamış olduğunu kesinlikle anlayabilmektedir. Bu kararın kesinliğini hiçbir duyusal tanıklık değiştirememektedir.

“Yaşadığı yerden tek başına uzaklaşmış olan bir yerli “siyah bir vahşinin” gelip böbrek yağını alma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Bu yağ (Marm-bu-la) gizli (yani gizemli) bir şekilde ele geçirilmektedir. Böyle durumların hepsinde kişiler ölmektedir. Bu ölümden yalnızca en şanslı olarak nitelendirilenlerin çok büyük çabalar harcanarak kurtulabilmesi mümkün olabilmektedir.”

Bir yerli yaşadığı yere döndüğünde, gittiği yerde böbrek yağının alınmış olduğunu söyleyebilmektedir. Bu genel bir fiziksel ve ruhsal çöküntüye neden olabilmektedir. Söyleyen kişi kendini bir ölü olarak görmektedir. “Büyücü ve bilge bir hekim olan Malcolm uçabildiğine ve havayı bir kartal gibi yarabildiğine inandığı için derhal işe koyulur. Karanlığın içinde kaybolur gider. Ağaçlar arasından göğe doğru yükseldiği sırada kırılan dal sesleri ve hışırtılar duyulur…Malcolm, kendisiyle aynı kamptan olan kişinin böbrek yağını hangi vahşi siyahın aldığını bilemez. Bu yüzden yerlilerin uzun olduğuna inandıkları bir uçuş gerçekleştirir. Yaklaşık kırk beş dakika boyunca ortadan kaybolur…Sonra ortaya çıkar. Daha sonra hiçbir şey söylemeden ölüm döşeğindeki adamı çok sert bir şekilde tutup sarsar ve özellikle göğüs boşluğunu vahşi bir şekilde ovalamaya başlar, durmadan vurur ve ovalar. Ardından tedavinin sona erdiğini söyler. Herkes sevinçten havaya sıçrar…Hasta ayağa kalkar, piposunu yakar ve yakınları arasında sakin sakin içmeye başlar…

“Siyahlar Malcolm’un bir şahin gibi havada uçtuğuna, böbrek yağını çalan “vahşi siyahın” üzerine çullanıp, böbrek yağını geri aldıktan sonra getirip hastanın vücuduna yerleştirdiğine kesinlikle inanmaktadırlar. Thomas’ın bu konuda yapmaya çalıştığı açıklamalara kulak asmazlar.

“İnandıkları bir başka şey de, vahşi siyahın çaldığı böbrek yağından çok az bir miktar yemesi durumunda bile yağı alınan adamın kesinlikle öleceğidir.”[1]

Çok kısa bir şekilde özetlediğim bu uzun öyküye benzer pek çok başka öykü var. Kuzey kutbunun en uç noktalarından birinde yaşayan Eskimo angagok, Avustralyalı büyücü gibi, hastasından çalınan “ruhu” aramak amacıyla uçar. Malcolm gibi o da bir süre ortalıktan kaybolur. Daha sonra o da, önceki gibi, hırsızın elinden zorla almış olduğu “ruhla” birlikte geri döner. Tıpkı birinci gibi ruhu hastasının vücuduna yeniden yerleştirir. Hasta derhal yaşama döner ve sağlığına kavuşur.

Yeni-Gineli Melanezyalılar, böbrek yağından, Avustralya’nın Viktorya bölgesinde yaşayan insanlar gibi söz etmemektedirler. Bunun yerini onlarda earua ya da bireyin ruhu, ikizi almaktadır. Bu az çok manevi, karın bölgesinde yer alan bir şeydir. Onun yerini tantau, yani bedenin gölgesi ya da yansıması denilen şey de alabilmektedir ki, bir öncekiyle az çok birbirine karıştırılan bir şeydir. Ancak bu fark gerçek olmaktan çok tahminidir... Her iki topluluk da “ruhun” hiçbir ameliyat izi bırakılmadan ele geçirilebileceğine inanmaktadır. Bu kesip, dikme bile gizemli bir işlemdir. Bunun için kurbanın bedeni üzerinde herhangi bir yarık açmaya gerek yoktur.[2]

Bu zihinsel canlandırmalara yeryüzünün hemen her yerinde karşımıza çıkan şu “ruhun” çalınması, yenmesi, bölünmesi ve kimi durumlarda başka bir şeyle yer değiştirmesi, parçalara ayrılması, tamir edilmesi, vb. şeyleri de ekleyebiliriz. Altın Dal başlıklı metinde bu konuyla ilgili uzun ve ünlü bir sıralama yapılmıştır… Bu “ruh” kimi zaman bir cin, bir nefes, kimi zaman bir kuş ya da başka bir hayvan, bir kelebek, bir homunculus, vs. şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Onu gizlenmiş olduğu yerden dışarı çıkartabilmek ve içinden kaçmış olduğu bedene yeniden yerleştirebilmek için çok çeşitli yöntemler vardır. Yukarıda incelenmiş olan böbrek yağı ve earua gibi, bu “ruh” bireyin ayrılmaz, temel bir parçasıdır. Onun sayesinde yaşayabilmekte, onun yokluğunda ölmektedir.

(“İlkel İnsanda Ruh Anlayışı”, L. Lévy-Bruhl, s.132-138, Doğu Batı Y. 2006, Ankara))

***

Yaşayanların ölmesine neden olan bu gizemli güçlerin ardından, bu kez, ölümden sonraki yaşam konusuna eğilelim ve bulduklarımızdan birkaç örnek verelim. Afrika’da yaşamış ve yaşamakta olan ilkel toplumlarda:

:”Süreklilik taşıyan bir özellikse: Ölüler dünyasının canlılar dünyasının tam tersi olmasıdır. Orada her şey tersinedir. “Yer altı dünyasının koşulları hemen her konuda bu dünyanın koşullarının tersidir. Bizim dünyamızı da aydınlatmalarına karşın, örneğin orada güneş ve ay batıdan doğuya doğru ilerlemektedirler.[3] Her şey tersinden gerçekleştirilmektedir. “Ölüler merdivenleri baş aşağı bir konumda inmektedirler… Pazara gece gitmektedirler. (A.g.y. s.309)

Aynı konuda üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafyanın yanı sıra Avrupa’nın doğusu ve Asya’nın batısından örnekler aktaralım:

 

METNİN GERİ KALAN BÖLÜMÜNÜ OKUMAK/YARARLANMAK İSTEYEN

ARAŞTIRMACILAR LÜTFEN YAZARA BAŞVURSUNLAR.

--------------------------------------------------------------------------------

 

KAYNAKLAR:

[1] A.g.y. I, s. 469-471

[2] A.B. Brown: “Andaman adalarında yaşayan yerliler “yaşamsal ilkeyi” çeşitli zaman dilimleri içinde nabız, nefes, kan, yağ ve özellikle de böbrek yağıyla özdeşleştirmişlerdir.”The Andaman islanders, s.166

[3] S. A. Barrett, The Cayapa Indians of Ecuador, II, s. 352


 

«« listeye dön