Gaziemir ve Torbalı




Cumaovası İstasyonunu geride bırakırken. Foto: Orhan Berent

    İşte yeni bir geziye daha çıkmak üzereyiz. Bu kez iki kişiyiz. Ömer Tolga bir seminerde bulunmak zorunda olduğu için sadece Dr. Acar ve ben bu geziyi yürüteceğiz. Bir kez daha Güney Ege kasabalarını dolaşacak, oradaki 1,5 yüzyıllık tarihi tren istasyonlarını ziyaret edecektik. Ama işte o Karşıyaka'dan sabahın köründe Gaziemir'den Afyon'a hareket edecek trene yetişmek için erken kalkma telaşı yok mu, işte adamı asıl zorlayan o. Neyse ki Dr. Acar'ın arabası var da bu zahmetli yolculuğun başlangıcı daha tahammül edici oluyor. Yeni bir geziye başlamanın tatlı heyecanı da çabası. O hiç acelesi olmayan, zamanın durmuş gibi algılandığı Ege kasabalarını ve trenlerini görmeye gidecektik. Bir kez daha çıktık yola. Günlerden pazar olduğu için trafik oldukça boştu. 15 dakika gibi kısa bir zamanda Gaziemir'e ulaştık.

Sağlık İstasyonunda Denizli Ekspresi ile buluşma. Foto: Orhan Berent

    Gaziemir'e vardığımızda eski istasyon binasının önündeki yolların sökülmüş olduğunu ve kalkış noktasının bir 100 metre ileriye alındığını gördük. Anlaşılan burada platform yükseltme ve yeni peron inşa çalışmaları olacaktı. Benim her zaman ki sabah ayazında sigara içme ritüellerimi tamamladıktan sonra Acar'la Afyon yolcu treninde yerimizi aldık ve son vagona yerleştik. Bizim tren hareket etmeden önce Söke tarafından gelen MT5500 Gaziemir istasyonuna gelip yolcularını boşalttı sonra gerisin geri Cumaovası depoya gitti. Saat 8:02 olunca da bizim tren hareket etti. İlk durağımız Torbalı'ydı. Burada varış ve hareket saati arasında 15 dakika olduğu için geçen gezimizdeki gibi etrafı görüntülemeye epey fırsatımız oldu. İstasyonda bekleyen yük vagonlarına bağlı bir DE24000 biz oradayken manevra yaptı. Aynı DE24000'i daha sonra Selçuk'ta görecektik. Yine biz oradayken Ödemiş tarafından gelen MT5700'ü görüntüledik Torbalı'ya girerken. Makinisti yine aynı, geçen gezimizde bizi Bayındır'a götüren makinistti. Torbalı ile Selçuk arasında adını hatırlamadığım bir istasyonda karşıdan gelen Denizli treni ile buluştuk.

Selçuk Tren İstasyonu



Selçuk İstasyonu üst geçitten bir görünüş. Foto: Orhan Berent

    Selçuk istasyonunda trenden indikten sonra biraz ilerdeki üst geçide tırmandık ve hem tarihi istasyonu hem de bizi getiren treni görüntüledik. Daha sonra istasyon sahasında sergilenmekte olan emektar buharlı lokomotifin yanına gittik ve onun hatrını sorduk. Uyduruk bir kahvaltı yaptığımızdan karnımız acıkmış ve hafiften çay krizine girmiştik. Yakınlarındaki bir bakkaldan gevrek ve üçgen peynirlerden aldıktan sonra istasyondaki çay bahçelerinden en manzaralı olanı yani demiryoluna en yakın olanı seçip, beğendik. Bir yandan kahvaltı edip bir yandan da Selçuk istasyonunu seyrettik. Derken bir düdük sesi duyuldu. Sanırım Torbalı'daki DE24000 arkamızdan gelmiş ve bizi Selçuk'ta yakalamıştı. Biz Acar'la bizi Ortaklar'a götürecek Denizli motorlusunu beklerken DE24000 de manevra yapmaya başlamıştı. Bu arada “Yola Selam” projesini tek başına yürütecek olan sevgili abimiz Levent Vardar'ı aradık. Belki bir buluşma ayarlayabilirdik. Ama biz Selçuk'a gelirken o kızının bir okul meselesi için İzmir'e gitmişti. Kahvaltımızı bitirip bardak bardak çayları içtikten sonra tuvaleti ziyaret ettik ve bizi Ortaklar'a götürecek olan treni beklemeye başladık. Bir süre sonra uzaklardan bir MT5700 göründü. Trene bindik. Bundan sonraki durak Ortaklar'dı.


Selçuk İstasyonu gar sahasındaki buharlı lokomotif . Foto: Orhan Berent

    Ne yalan söyleyeyim Ortaklar'a varmadan önce buradaki tren trafiğinin epey yoğun olduğunu bilmiyordum. Alışmış günde biri ki defa tren geçen istasyonlara. Ama oraya vardığımızda yanıldığımı anladım. Ortaklar, Aydın-Söke ayrımının olduğu bir yerde kurulu. Eskiden basit bir köy olan Ortaklar İngiliz'ler demiryolunu getirdikten sonra epey gelişmiş ve önemli bir kavşak noktası olmuş. Bu açıdan oldukça önem kazanmış. İstasyon binası diğer Ege istasyonları gibi. O yılların Klasik İngiliz istasyon binaları tipinde. Trenimiz oraya vardığında epey yolcu inip bindi. İstasyonda, gevrek satmanın dışında birbirleriyle itişip, kakışan arsız çocukların dışında diğer Ege istasyonları gibi sakindi. İstasyon çevresinin fotoğraflarını çektikten sonra Acar'la birlikte ilerdeki manevra alanına doğru yürüdük. Demiryolunun kenarında bir kır kahvesi vardı. Oturup çay içtik, tren yoluna baktık Acar'la birlikte. Etraf sessiz ve sakindi. Arada ilerdeki karayolu hemzemin geçidinden geçen araçlar dışında sessizliği bozan fazla bir şey yoktu.


Selçuk İstasyonuna gelen Denizli treni MT5700. Foto: Orhan Berent

Ortaklar Tren İstasyonu


Ortaklar İstasyonuna gelen Söke treni MT55000. Foto: Orhan Berent

    Sessizliği ilk bozan Söke yönünden gelen bir MT5500'dü. Daha sonra yanımıza gelen hemzemin geçit görevlisinden öğrendiğimiz kadarıyla bu Söke-Ortaklar arasında işleyen trendi. Söke yönünden gelip Ortaklar'dan yolcularını aldıktan sonra tekrar Söke'ye doğru yola çıktı. Biz çayımızı içmeye devam ederken Selçuk'ta gördüğümüz DE24000 Ortaklar'a gelmiş ve birkaç yük vagonunu bırkatıktan sonra ilerdeki müsellese girmişti. Hemzemin geçit görevlisi “makine torna edecek” diye açıklamada bulundu. Çayları bitirdikten sonra Acar'la birlikte karşıya geçip oradaki yüksek platformun üzerine tüneyip DE24000'i ve Ortaklar gar sahasını değişik bir açıdan görüntüledik. DE24000 markiz tarafı Aydın yönüne dönmüş olarak yanımızdan uzaklaştı.


Ortaklar İstasyonunda manevra yapan DE24000. Foto: Orhan Berent

    Daha sonra Ortaklar içinde ufak bir geziye çıktık. Pazar günü olduğu için sokaklarda kimsecikler yoktu. Bir süre dolaştıktan sonra yine istasyona geldik. İzmir'e giden Denizli Ekspresini uğurladıktan sonra sıcağında iyiden iyiye kendisini hissetirmesiyle istasyonda ki gölgeliğe sğındık. Biz orada otururken İzmir tarafından gelen bir MT5700 istasyona girdi. Tren boştu. Goncalı üzerinden Eskişehir'e bakıma gidecekmiş. Onu da uğurladıktan sonra ayaklarımızı uzatıp oturduk. Gevrekçiler boş ve kapıları kapalı trene beyhude bir hamle yaptıktan sonra gürültülerine kaldıkları yerden devam etmeye başlamıştı. Arada sırada binadan çıkan istasyon görevlileri onlara tatlı-sert bir kaç şey söylüyor, onlar da bir müddet uslu oturup daha sonra yine birbirlerini kovalamaya devam ediyorlardı. Bu arada bizi Söke'ye götürecek olan trenin gelme saati de yaklaşmıştı. Fakat ondan önce perona eski renklere sahip başka bir MT5500 girdi. Şimdi bu satırları yazarken o trenin hangi cihete gideceğini unuttum ama bizim trenimiz değildi o. Bizim tren ondan 5 dakika sonra aynı perona geldi. Bu yeni renklerine boyanmış bir saat önce Söke'ye giderken gördüğümüz MT5500'di. Biz ona bindik ve 5 dakika sonra Söke'ye doğru yola koyulduk.


Ortaklar İstasyonunda manevra yapan DE24000. Foto: Orhan Berent

    MT5500'de boş bir yer bulup oturduk. İlk kez trenle Söke'ye gidiyordum. Bu kez eski yıllardan alıştığımız o ray tıkırtıları ve savrulmalar eşliğinde Söke ve Aydın ovalarının bereketli topraklarında ilerliyorduk. Sürekli yenilenmiş yollarda gittiğimiz için o güzelim melodiyi unutmuştuk. Yerimiz önlerdeydi. Bir ara Acar ayağa kalkıp açık makinist kabininin ön penceresinden dışarı baktı. Geldiğinde “yoldaki traversler çelik” dedi. Anlaşılan bu yol yenilenmemişti. Bir süre sonra tren Söke'ye vardı. Burada 20 dakika vaktimiz vardı. Bu da etrafı görüntülmemize yeter de artardı. Biletimiz Aydın'aydı. Trenimiz Söke'den Ortaklar'a döndükten sonra oradan Aydın'a doğru yola çıkacaktı. Acar'la Söke gar sahasını ve istasyonunu görüntüledik. Tren dolu istasyon kalabalıktı. Bu hatlara verimsiz ve kolonyal diyen üst düzey yöneticiler utansın. Buradaki halkın yaşamında trenin hala önemli bir rolü var. Canac raporlarına göre istasyon kapayıp, tren seferlerini azaltan zihniyet gelsin de Ege'nin yolcusunu görsünler. Tren varsa yolcu da oluyor.


Ortaklar İstasyonunda İzmir'e doğru uzaklaşan MT5500. Foto: Orhan Berent

    Bu satırları yazarken benden önce motorla buraları dolaşan Yola Selam ekibinden Levent Vardar ve Zafer Akçay'ın tuttuğu notları okuyorum. Hemen hemen aynı şeyleri hissetmişiz. Çocukken Ağustos aylarında Tariş adına kuru incir rekolte tespiti yapmak için bir ekiple seyahate çıkan babamın peşine takılırdım. Aydın hat boyunda Tariş'in kooperatifleri genellikle şehir dışında ve tren istasyonlarının yakınında olurdu. Bazen geçen bir buharlı trene rastlardık. Ama bugünkü yolculuk bi başka. Bir trenden binip öbürüne bindiğimizden elimde olmadan Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanı aklıma geliyor. Romanın sonunda mühendis Turgut Özben evini ve ailesini terk etmiş sonu gelmez tren yolculuklarına çıkmaya başlamıştı. Yanında daha doğrusu  sürekli konuştuğu ve dertleştiği Olric  vardı.  Elbette bu Turgut Özben'in gerçeğiydi. Ona rastlayan yolcular ise sürekli kendi kendine mırıldanan, tek başına dalgın bir adam görüyorlardı.


Ortaklar İstasyonunda Goncalı'ya giden boş MT5700. Foto: Orhan Berent

Söke Tren İstasyonu


Söke Tren İstasyonu. Foto: Orhan Berent

    Acar, Ömer Tolga ve ben bu hat sonlu ufak istasyonları çok seviyoruz. Buraların değişik bir havası var. Elbette İngiliz'ler bunları babasının hayrına yapmadı. Verimli Ege Bölgesinin üzümünü, incirini, pamuğunu ve sanayi ürünlerini limana çabucak taşımak için bu demiryolları inşa edildi. Fakat günümüzde işleyen bu hatların yenilenmesi neden bu kadar geç kaldı ki. Buraların sakinleri hala demiryolunu tercih ediyor. En ucuz ve en güvenli ulaşım aracı demiryolu. Hele o Ege bölgesinin insanlarının kendine has telaşsız ve sakin havası yok mu. Çevre ilçelerde pazar olmadığı gün tren sakinlerini yaşlı amcalar, teyzeler, akrabalarını ziyaret eden aileler oluşturuyor. Hepsi bölgesel, tali hat tren yolcusu tipinde. Dingin bir şekilde yolculuk ediyorlar. Buralarda sanki zaman durmuş gibi. 60'lı yılların havası var insanlarda. Acar'la iyice etkileniyoruz artık bu tren gezilerinden. Sonumuzun tren istasyonlarında vakit geçiren marjinal insanlar gibi olmasından korkuyoruz. Hoş çocukken de aynı davranışları gösteriyordum ben. İkide bir tren yoluna, istasyonlara gider orada vakit geçirirdim. Fakat artık orta yaşı geride bırakmış kazık kadar adamlarız. Bakalım sonumuz nereye varacak.


Söke Tren İstasyonu. Foto: Orhan Berent

Aydın Garı


Aydın Garı. Foto: Orhan Berent

    Aydın tren istasyonunun fazla bir özelliği yok. Gar sahası çukurda kalıyor ve kentin trafiğini pek engellemiyor. Elbette yerel yönetim kimi yerlerde iyice demiryolu koridoruna yaklaşmış, bu Allah'ın emri. Fakat yine de gar merkezde olmasına rağmen çevre trafikten yalıtılmış bir hali var. Aydın'a vardığımızda karnımız iyice acıkmıştı. Acar ille de Aydın'ın tahanlı pidesi meşhur deyince Aydın sokaklarında pideci aramaya başladık. En son Aydın'da 80'li yıllarda dolaştığım için bildiğim meşhur bir pideci yoktu. Biz de sokaklarda dolaşıp pideci aramaya koyulduk. Fakat günlerden pazar olduğu için dükkanlar kapalıydı. Bir iki lokanta gözümüze gezdirdik ama pek otantik halleri yoktu. Sıcak altında yokuşlar çıkıp epey yürüdük, bir iki kişiye pideci sorduk ama gösterdikleri dükkanlar ya kapalıydı ya da tarif ettikleri yerde pideci yoktu. Biz de çaresiz geriye dönüp gara yakın bir lokantaya girdik.


Aydın Garı. Foto: Orhan Berent

    Lokantaya oturduğumuzda Acar tahanlı pide yapıp yapmadıklarını sordu. Cevap olumlu olunca 1,5 porsiyon tahanlı pide söyledi. Ben ise kıymalı yumurtalı Nazilli işi pide söyledim. Garson önce söyledimi pek iyi anlamadı. Kavruk kıyma ile yumurtayı mı karıştıralım diye sordu. Adamın söylediği İstanbul işi pideydi. İstanbul'da askerlik yaparken Ege yöresinde yediğimiz açık, sebzeli pideye Konya işi dediklerini duymuştum. Aydın'da pideciliğin mekanında kavruk kıyma lafını duyunca nevrim döndü. Garsona yok be kardeşim, normal çiğ kıyma harcına biraz piştikten sonra yumurtayı kıracaksınız dedim. Adam da biz zaten pideyi öyle yapıyoruz, siz Nazilli işi deyince başka şey anladım dedi. Neyse sonuçta anlaştık ve pidelerin pişmesini bekledik. Gün içindeki bilmemkaçıncı sigaramı yaktıktan sonra Acar'a bir telefon geldi. Arayan Can Keskin'di. Ona gezimizi ve gezip gördüğümüz yerleri anlattı Acar. Daha sonra da pidelerimiz geldi. İştahla pidelerimizi yedik ama tahanlı pide Acar'a ağır gelmişti. Tam olarak bitiremedi. Ama sonuçta karnımız doymuştu. Akşam dönecek olan Afyon posta trenine 20 dakika kalmıştı. İstasyona gittik.


Aydın Garı. Foto: Orhan Berent

    Aydın Garına gelip biletlerimizi aldıktan sonra fotoğraf çekmek için uygun bir yer aradım. Tren tam alt geçitten çıkınca görüntüleyecektim. Alt geçit neredeyse bir tünel gübüydü. Üstte karayolu altta demiryolu vardı. Platformun sonuna geldiğimizde bir tane demir kafesin tam burada görüşü engelleyecek şekilde konmuş olduğunu gördüm. Fotoğraf çekerken mümkün olduğunca kafesi kadraj dışında tutmak gerekecekti ne yapalım. Acar'la treni beklemeye başladık. Bilet alırken tehir olup olmadığını sorduk bize şimdilik bir tehir görünmüyor dediler. Kalkış saatinden yaklaşık bir yirmi dakika sonra bir düdük sesi duyuldu. Hemen mevzilenip tünel ağzına doğru fotoğraf makinemi doğrulttum. Bir yarım dakika sonra DE24000 tüm haşmetiyle göründü. Trenimiz gelmişti. Artık Gaziemir'e doğru yola çıkabilirdik.


Gaziemir Garı MT5500 kabininde Gani Usta. Foto: Orhan Berent

    Dönüş yolunda trenimizin Aydın ile Ortaklar arasında bizi getiren MT5500 kadar hız yapmaması dikkatimi çekti. Fakat Torbalıya doğru yaptığımız hesaplara göre makinist tehiri 10 dakikaya kadar düşürdü. Sonuçta güzel bir gezimiz daha sona ermiş oluyordu. Adnan Menderes Hava limanından çıkarken trenimiz kırmızı ışığa takıldı. Yol çalışmalarından ötürü Gaziemir'e kadar tek hat gidiyordu. Bir süre bekledikten sonra karşıdan gelen bir MT5500 yan yoldan havaalanı istasyonuna girdi. Bu arada arkamızda da uzaktan başka bir MT5500'nin siluetini fark ettim. Biz Gaziemir'e vardıktan bir kaç dakika sonra o da arkamızdan diğer perona girdi. Fotoğrafı çekerken bir de ne görelim markizde Gani Evis usta var. Duran trene dalıp Gani ustanın yanına gittik. 20 dakika sonra aynı trenle Söke'ye gidecekti. MT5500'nin arka kabin kumandalarını ayarladıktan sonra çantasını almak üzere bizimle birlikte otoparka kadar geldi. Bana sigara karşıtı broşürler takdim eden sevgili Gani Usta'nın verdiklerini ben de Doktor Acar'a verdim. Gani usta ile az bir şey sohbet ettikten sonra o yeni sefere hazırlanmak üzere treninin başına gitti. Gitmeden 15 gün önce Tire'deki MT5700'nin kabininde sen mi vardın diye sordum. Evet ya dedi. Hemzemin geçitte onun fotoğraflarını çekerken beni fark etmemişti ama düğün kameramanını diğer makinist ona söylemiş. "Gani usta hemen her yerde karşına çıkabiliriz" dedik. Sonra onu uğurladık. Bu gezimizi de 3. bölge makinistlerine, Gani ustalara, TCDD'nin tüm işçi ve emekçilerine ithaf ediyoruz. Bizler sonuçta demiryolu tarihi sonraki kuşaklara aktaran gezgin tanıklarız. Onlar ise bu yolların cefakar emekçileri, gerçek sahipleri. Bu satırları yazdığım 1 Mayıs akşamında da bayramlarını kutluyorum. Gani Usta'lara TCDD emekçilerine.