13 Mart Çarşamba günü Acar beni telefonla arayıp heyecanlı bir sesle 56548'nin makinisti Naci Akdağ ustamızdan yeni haberler aldığını söyledi. Naci usta Perşembe günü saat 9:30'da Manisa yoluyla Uşak'a gidileceğini söylüyordu. Demek ki TCDD'nin 56548 numaralı sevgili lokomotifi uzun yola gidecekti. Bu haber üzerine Acar'la hemen bir plan yaptık. Onun o gün nöbeti yoktu ben de okuldan izin isteyip bu geziye katılacaktım. Akşamleyin tekrar Acar'la telefonlaşıp hareket saatimizi kararlaştırdık. Sabah saat 8:05'de arabasıyla beni alacak ve Ulukent'e doğru Karşıyaka'dan yola çıkacaktık. Erdal abiyi de Ulukent'ten aldıktan sonra ver elini Biçerova depo. Orada yıllar sonra ilk kez sıcak gördüğümüz 56548'le bu kez yola gidecektik. Bu sefer bizden başka dost bir model tren web sitesinin üyelerinden Teoman beyin de orada bulunacağını akşamleyin öğrenmiştik. Teoman bey daha önce bizim Biçerova ziyaretlerimizden sonra depoya gitmiş ve o da 56548'i depodayken soğuk olarak görüntülemişti. Ayrıca Teoman beyin üyesi olduğu forumda onun Naci Akdağ ustamızla evinde yaptığı bir sohbeti okumuştuk. Bu kez buharlının ziyeretçileri epey fazla olacaktı anlaşılan.
Acar'la 8:20 civarı Ulukent'e hareket ettiğimizde içimizi tatlı bir heyecan sarmıştı. Yolda giderken çeşitli planlar yapıyor ve kimin arabayla lokomotifi karayolundan takip edeceği, kimin trende seyahat edeceğini, kimin mümkün olursa bir süre kabinde yolculuk edeceğini aramızda konuşuyorduk. Ulukent'e vardığımızda planlarımıza Erdal Uslu ağabeyimizi de kattık. Lokomotifin geçiş güzergahlarında hangi köprü ve menfezlerde mevzileneceğimizi Biçerova yolunda sabitleştirmeye çalıştık. En büyük dezavantaj demiryolunun iki yanındaki ihata duvarları ve katener direkleriydi. Haliyle yandan görüntü alındığında doğal ortama uymayan unsurlar görüntüyü engelleyecekti. Bu yüzden köprü üstlerinden görüntü almanın en uygun olacağı ortak fikir olarak kafamızda yer etti. Böylece tıpkı 1970'lerde ülkemizi ziyaret eden Robin Lush ve Bastian Chlond gibi gezginlerin yaptığı şekilde ufak çapta bir ekip çalışması yapacaktık. Hepimiz farklı mekanlara dağılacaktık.
Yarım saat sonra yolculuğun başlayacağının sinyalini aldık. Telaşlı bir şekilde koşuşturmalar başladı. Erdal abi “sen kabinde git” dedi. Ancak ben lokoyu dışardan görüntülemek istiyordum. Daha öncek ziyaretimizde kabini sıcakken görüntülemiştik. Naci ustamız da bize kabindeki çeşitli kumanda kollarının, valflerin, göstergelerin ne işe yaradığını anlatmıştı. Ben daha çok makinanın dumanlarını sala sala demiryolunda ilerlemesini kaydetmek istiyordum. (Gerçi bu satırları yazarken aklıma geliyor, makina küvet tenderliydi. Arkada bir zamanlar makinalı tüfek yuvası olarak kullanılan çıkıntıya tüneyip Biçerova gara kadar o şekilde görüntü alabilirdim. Fakat ne yazık ki şimdi aklıma gelen o an aklıma gelmemişti.) Nihayet Naci usta kalkış düdüğünü çaldı ve makina poflaya poflaya Biçerova gara doğru yol almaya başladı. Sağolsun Naci ustamız buharlının o eşsiz düdüğünü bol bol çaldı ve hem kulaklarımızın pası silindi hem de çocukluktan beri duymadığım o güzel sesi 45 yaşında tekrar bol bol dinleme fırsatı buldum.
Biçerova'da lokomotifin etrafında dolaşırken bacasından çıkan o kömür dumanının kendine özgü kokusunu bol bol içimize çektik. Bu kokuyu çok özlemişim. Çocukluğumun buharlı banliyö trenlerinin kokusuydu bu. Bu koku vagonların içine yolcuların üstüne bile sinerdi 1970'li yıllarda. Basmane, Alsancak garları, Bornova, Buca, Seydiköy, Karşıyaka, Çiğli banliyöleri buharlı lokomotiflerin dumanıyla ve düdük sesleriyle güzeldi benim için. Şimdi çocukluğuma geri dönmüş 56548'in çevresinde dolanıyordum. Ben böyle rüya alemine dalmış turlarken işçilerden biri Naci ustaya bir şeyler söyledi. Onun verdiği talimattan sonra kabindeki işçi bir kola doğru uzandı. Kamera elimde hazır bekliyordum görüntülemek için. Ve kabinin alt tarafındaki bir borudan istim fazlası beyaz duman büyük bir gürültüyle salınırken ben de bu anı saniye kaçırmaksızın görüntüledim.
Ve işte şimdi yolcu vagonunda iki işçi ile birlikte hareket anını bekliyorum. Video kamerayı açtım, vagonun penceresine yerleştirdim. Naci ustanın çaldığı düdükle birlikte trenimiz hareket ediyor. Lokomotifin testi için bu hamuleyi Menemen'e kadar götüreceğiz. Bacadan yoğun kara bir duman etrafa yayılıyor. Trenin hızlanmaya başlamasıyla birlikte lokomotiften gelen ritmik gürültü artıyor. Derken Naci usta uzun bir düdük çalıyor. Yaptığı işten keyiflendiği besbelli ki düdüğü uzattıkça uzatıyor. Bu düdüğün sesi 70'li yıllarda gecenin sessizliğinde evimizden de duyulurdu. Basmane ve Alsancak garlarına neredeyse eşit uzaklıkta Fuar kenarındaki evimiz, bu açıdan oldukça iyi bir konumdaydı. Gecenin karanlığında uzun tren düdükleri insanlara gurbeti ve ayrılığı hatırlatırmış. Bense bu uzun düdükle İzmir'in banliyölerine yaptığım yolculukları özlemle hatırlıyorum. Bir süre vagonun sağ tarafındaki pencerede çekim yaptıktan sonra sola koridor tarafına geçiyorum. Oradaki bir pencereyi daha önceden hazırlamıştım.
Menemen civarına yaklaşırken bir karayolu köprüsünden geçerken Acar ve Erdal abiyi fark ediyorum. Şimdi Menemen'e iyice yaklaştık. Çevredeki evlerin yanındaki bir arsada birkaç çocuk gözüme çarpıyor. Bir iki tanesi yere eğilip taş alıyor. Treni taşlayacaklar bir Türkiye klasiği olarak. Tam hizama gelince sesleniyorum, “taş atarsanız a......nızı ......im” diyorum. Vazgeçer gibi oluyorlar ama bir-iki tanesi cesaretli çıkıp ellerindeki taşı trene savuruyorlar. Dizel lokomotifteki depo şefi markiz kapısından sarkıp çocuklara bağırıyor. Adamcağız bu duruma iyice sinirleniyor. Ama elden ne gelir ki, çocukları bu duruma getiren ortam hepimizin eseri. Eskinin trene el sallayan çocukları şimdi taş atıyorlar artık. Şiddet toplumu oluşumuz ve hala toplumsal barışı sağlayamamış olmamız önce çocuklarda kendini duyuruyor.
İşte sonunda Menemen göründü. Trenimiz kırmızı ışıkta bir 5 dakika bekliyor. Yeşil yandığı anda ise dizel lokomotiften keskin bir düdük sesi duyuluyor. Kumanda artık onda. Fakat Naci usta Menemen'e girerken Menemenlilere enfes bir düdük konseri çekiyor. Trenimiz perona girdiğinde ise istasyondan geçenler buharlı lokomotife merakla bakıyorlar. Bazıları cep telefonuyla resimlerini çekiyor. Menemen'de bir tanıdığa daha rastlıyoruz. Makinist Ahmet Tuğral abimiz de Bandırma trenini götürmek için orada bulunuyor. Ona yolculuğumuzu anlatıyorum. O da bana buharlının ancak yoldayken bazı kusurlarının fark edilip onarılacağını ve bu tip test sürüşlerinin çok önemli olduğunu söylüyor. Biz onunla konuşurken Naci usta makinayı öne almak için manevra yapıyor. Lokomotifi dönüş hizasına getirip yapıştırasıya kadar ben de Erdal abiyle birlikte bir 24000'liğin tepesine tırmanıp oradan çekip yapmayı tercih ediyoruz. Makinalar katarın başına bağlandıktan 15 dakika sonra da Naci usta treni Biçerova'ya geri götürüyor. Biz de Erdal abiyle birlikte Acar'ın arabasına binip Ulukent'e geri dönüyoruz. Ulukent'te bu kez yüksek teknoloji ürünü olan tren kontrol sistemini DE33000'liğin kabininde Ahmet Tuğral ağabey Acar'la bana anlatıyor. Bandırma treniyle Ahmet abiyi uğurladıktan sonra Erdal abiyle vedalaşıp eve dönüyoruz. Bir sonraki gün 56548 Uşak'a gidecek ve Dr Acar onu Emiralem istasyonunda görecekti.