Zavallı Ayhan, bir zıplayışta okul duvarını aşmıştı ki elini kıçına bağlamış, çatık kaşlarıyla kendisine bakan Edebiyat hocası, Müdür yardımcısı Halil İbrahim Beyi gördü: “Maşallah, yay gibisin Ayhan, bir sıçrayışta…” Ayhan suskunlukla önüne baktı, neler söyleyeceğini düşünüyordu. “Nerden böyle? Kaçtır gözükmüyorsun yemekte?”. Halil İbrahim Bey, sakin adamdı, bu devirde öğrenciye fiske vurmamış öğretmen az bulunurdu.
Zavallı Ayhan kontrolsüz, azalıp çoğalan bir sesle “Namaza gittiydim Hocam” diye cevap verdi. Halil İbrahim Bey pek inandırıcı bulmamıştı, çocuğa nasihat etmeye karar vererek ona doğru birkaç adım attı. Zavallı Ayhan tokat yiyeceğini sanarak geriledi. Kendini oyununa o kadar hazırlamıştı ki geri adım atması da rol gereğiydi. “Korkuyorum” dedi yutkunarak. “Herkes Zagor’un göğe yükseleceğini konuşuyor, bana da söylediler”.
Halil İbrahim Bey afallamıştı, önce çocuğun kendisinden korktuğunu sanmıştı, şimdi duyduklarını anlamlandıramıyordu. “Oğlum, rüya mı gördün sen, hayırdır inşallah”.
Zavallı Ayhan gözleri nemli “Hocam siz de mi beni ciddiye almıyorsunuz?”. İçindeki hınzır Ayhan şeytana pabucunu ters giydirmişti çoktan, burnunu çekerek başını daha bir öne düşürdü. Halil İbrahim Bey, çocukların tamamının, hocaların çoğunluğunun Ayhan’ı görür görmez makaraları koyverdiğini biliyordu. “Kimi gördüysem bunu konuşuyor Hocam”
“Kim mesela”
“Zagor baltasını günahkârların kafasına indirecekmiş”
“… yok daha neler... Dur be çocuk niye ağlıyorsun şimdi?”
Halil İbrahim Bey, müdürün odasına girdiğinde Zavallı Ayhan kendisine gülerek bakan, önünden geçerken burunlarını tutarak kıkırdayan yaşıtlarını, zalim dünyanın edepsiz evlatlarını göremeyecek kadar mutlu hissediyordu kendini. İçerden duyduğu konuşmayla ağzının kenarları yukarıya doğru geniş bir kavis çizdi. İki günde beş kilo almış kadar semirmişti. Gül Allahım gül…
-"Halil İbrahim Bey, büyütmeyin ben de duydum bunu…Cuma namazından sonra kahvede konuşacağım. Cahil halkın uydurması sonuçta…Zamor denilen şeyin varolduğuna dair bir şey var mı…yok elbet…"
Müdür bey yanılıyordu, bilim hurafeyi yenemeyecek, Zagor Zamor’u fena benzetecekti. Cuma namazından hemen sonra kahvede toplanan ahali karşısına çıkan Müdür ilk hatasını Abduş’un çayını içtiğinde yaptı. Çayı ağzına götürür götürmez yüzünü ekşitti, “pek de güzelmiş” dese de kasabalının her gün bayılarak içtiği Arap çayını beğenmediği anlaşılmıştı. Aslında yalan yok kendi aralarında bir Allahın kulu o çayı beğenmezdi ama hele ki dışarlıklı biri gelsin çaya laf ettirmezlerdi. Müdürün fark edemediği bir fısıldaşma oldu. Halil İbrahim Bey de oradaydı, Müdürün yaptığı konuşmayı beğenmişti. Şimdiki zaman, hepimizi kör ediyor, O da hayat ile derslerin çooktan koptuğunu göremiyordu. Müdür, yüzündeki sükûnet maskesini bırakmadan “Canım, yapmayın bir gören var mı bu Zamor’u” deyiverdi. Biri de çıkıp gördüm, konuştum diyecek değildi ya, değil mi ama…Ama biri çıkıp “ben gördüm Zagor’u” demez mi.. Bak sen şu işe…Müdür de hopladı birden, ahali de döndü o yana…
Ben tam o vakit ormana bakıyordum, güzel Allahım biliyor, ne güzel siyah diyordum içimden…Kimin konuştuğunu o an göremedim…