Çarşamba, Mayıs 31, 2006

Üsküdar'a gider iken



Geçenlerde Aristokratların İstanbul'da geçen öyküsünden bahsetmiştik. Hazırlanırken dökümanlardan faydalanıldığı belli olan Aristokratlar'ın aksine sıradaki örneğimiz maalesef tamamen uyduruk ve herhangi bir araştırma yapma gereği duyulmadan ön yargı ile üretilmiş. Resimler bizde de bir dönem yayımlanan Billy Bis'in 1975 yılında İtalya'da çıkan " Benvenuti a morire sul bosforo " adlı macerasından. Yazan Antonio Mancuso çizen Loredano Ugolini. Tabeladaki " Scutari ", italyanların ilk levantenlerden itibaren Üsküdar'a verdiği isim. Bilmeyen dostlar için; Üsküdar, İstanbul'da bir semt adıdır.

Salı, Mayıs 30, 2006

Sırbıstan'da Kısa Çizgi Roman Yarışması

Kısa Çizgi Roman en fazla 6 kareden oluşmalıdır. Posta yoluyla ile gönderecekler A3 boyutunda, e-mail yoluyla gönderecekler 400 KB boyutunda göndermelidir. Konu ve teknik serbesttir.

Ödül www.artija.net
adresinde Zikišon özel sayfasında internetten ilan edilecektir

Çalışmalar e-maille ile gönderilecek ise
zikison@artija.net
adresine katılımcının biyografisi ve fotoğrafıyla birlikte gönderilmelidir.

Çalışmalar posta yoluyla gönderilecek ise aşağıdaki adres kullanılacaktır.
Kneza Ive od Semberije , 35 250 Paracin, Serbia
adresine katılımcının biyografisi ve fotoğrafı ile birlikte gönderilmelidir.

Gönderilen eserler eser sahibine geri verilmeyecektir. Gönderilen eserlerin proje amacına uygun olarak yayınlanması ve mülkiyeti organizasyona ait olacaktır.
Son katılım tarihi 01 Kasım 2006 dır.
Sonuçlar 13 Kasım 2006 tarihinde

www.artija.net
adresinden Zikišon bölümünde ilan edilecektir.

Daha fazla bilgi için web adresi: http://www.artija.net/SRZ2006_konkurs_en.html
e-mail adresi
mazospn@gmail.com

Her Pazartesi Penguen'de

(...) Bahadır’a nedir bu zulüm, şart mı böyle çalışmak diyorum. Siz de adam gibi işlerinizi gündüz yapsanıza diyorum. "Olmaaaz. Bu işin raconu budur. Bu sistemin adı son dakikacılık. Baskıya yetişebilecek her şeyi değerlendirmek için bu sistemden başka bir sistem mümkün değil. Haftalık dergi raconunda altı gün serserilik yapılır gezilir, tozulur. Olay son gün patlar. Son 24 saat toplanarak komaya giriyoruz. Bir arada hem muhabbet oluyor yeni yeni konular ortaya çıkıyor, hem de yoruldukça daha verimli oluyorlar. Rasyonellikten uzaklaşıyorlar. Her hafta nasıl konu buluyorsunuz diye soruyorlar. Mecburuz yoksa aç kalırız. Zaten hayatın hiçbir alanında tutturamamış tipleriz. Aramızda mühendis de var, hepsi okumuşlar ama tutunamayan tipleriz. Bizim gibi sokak çocuklarının tutundukları tek dal bu. Tabii yetenekliyiz de. Ama kravat takmıyoruz. Burada insanların tek başlarına odalarda takılmalarını da istemiyorum. Hem konuşucaz hem çizicez yok öyle içine kapanmak." (27 Mayıs 2006, Hürriyet Cumartesi)

link

Martin Mystéry Çizgi Filmi

Martin Mystéry çizgi filmi 5 Haziran'dan itibaren Digiturk'ün çizgi film kanallarından JOJO'da yayınlanmaya başlıyormuş.

Her gün 07:15, 16:30
Her Cuma 21:30

Tanıtım Metninden: Martin Giz Peşinde

JOJO ekranlarında yepyeni dostlarla tanışmaya hazır mısınız? İşte karşınızda Martin ve Diana. Onlar aslında birbirlerine pek de uymayan, çok zıt karakterler; ama birlikte gizemli, garip ve doğaüstü olayları çözmek

konusunda ustalar. Merkez adlı bir yeraltı bürosu tarafından görevlendirilen kahramanlarımız, Java adlı bir mağara adamının da yardımıyla gizemli olayları açıklığa kavuşturuyor. Şimdiden meraklandınız değil mi? Öyleyse ekran başına...

Not: Haberi ileten Burak Aydın’a teşekkür ederiz.

Serüven'in Yeni kapağı-İlk eskizler

Serüven’in yeni sayısının kapağı Mahmud Asrar’a ait. Yandaki eskiz, kapak ile ilgili ilk tasarımlardan. Kapak, bir metro istasyonunda treni bekleyen halkın arasındaki çizgi roman kahramanlarını gösteriyor. Siyah rengin hâkim olacağı kapakta renkli olanlar bir çift çizgi roman kahramanı olacak. Kadın kahraman Vampirella olurken erkek kahraman sürpriz bir yerli kahraman…[Serüven kapaklarındaki küçük ironik ayrıntılar bu sayıda da sürüyor]

Not: Sayıyı erkene çekelim, Mayıs ortasında çıkartalım dedik. Sözümüzü tutamadık, hayat bastırdı, “bağlantı koptu”. Dergiyi normal yayın zamanında Haziran 15’te dağıtıma verebileceğiz…[İnşallah]

Malone

Fatih (Okta) “Üç İsimli Usta” başlıklı bir yazı yazmış, Bob Lubbers’tan söz etmişti. Yazıda ismen geçen gazete bantları muhtemelen çok az kişi tarafından bilinir, hatırlayan insan sayısı mutlaka çok azdır. Bugün sadece Türkiye’de değil hemen her yerde gazete bantları -bant karikatürler dışında- tükenme arifesinde. Romantik bir ifade olarak kullanmıyorum tükenmeyi. Türle ilgili ajanslar, dağıtım şirketleri ve sendikalar kapanırken önemli birçok yazar/çizer ya öldü ya da ömrünün son demlerini yaşıyor. Bir dönemin önemli-popüler-değerli ne kadar serüven bantı varsa ya artık çizilmiyor ya da “can çekişiyor”.


Bir iki kez yazdım, Türkiye’de gazete bantları telifli yayınlandıkları için piyasadaki çizgi roman dergi ve kitaplarına göre çok kaliteli ve zengin bir çeşitlikle uzun yıllar var olmuşlardır. Hikâyeleri bugünkü senaryolara kıyasla kimi zaman çocuksu olsa da özellikle çizgiler her zaman özgün, iyi tasarlanmış, ne yapmak istediğini bilen türdendir. Fatih’in yazısında ismen geçen Robin Malone sevdiğim bantlardandır. Türkiye’de altmışlı yılların son çeyreğinde Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan Robin Malone, Modeisty Blaise / Dişi Bond etkisinde bir çalışma. Aslına bakılırsa o dönem yayınlanan serüven bantları (genel anlamda serüven külliyatı) James Bond’un anlatım kalıplarından birebir etkilenmişlerdir. Bu genelleme çerçevesinde Robin Malone da uluslararası suç örgütleri, petrol zenginleri, büyük kumarhaneler, high society temsilcileri, kibar beyler-hanımların sıkça görüldüğü bu modanın bir parçasıdır. Robin Malone’un epeyce bir bantı var elimde ama… Taşınırken çıkar ortaya demiştim, pek çıkan olmadı, bir tanesini –o da başka bir bant için çektirdiğim fotokopiden çıkma- bulabildim, paylaşayım istedim.

Not: Ev taşıdığım için 15 gündür internet bağlantım yoktu, cevap bekleyen arkadaşlar kusuruma bakmasın

Cuma, Mayıs 26, 2006

Lost Girls: Alan Moore'dan edebi porno

Lost Girls, Alan Moore'un nişanlısı Melinde Gebbie ile yaklaşık on beş senedir üzerinde çalıştıkları bir grafik roman. Top Shelf Comics'in bu çizgi romanı yayınlayacağı haberi ilk duyulduğunda konusu ve yayıncının bu eseri "Pornografi sanat sayılır mı?" türü bir ibareyle tanımlaması üzerine koloni e-group'da bayağı bir tartışma yapmıştık. Levent Cantek, Alan Moore gibi bir popüler kültür ikonunun böyle aykırı bir eser veremeyeceğini dile getirmişti, vs..

Ve sonunda bu grafik roman Ağustos ayında yukarıda fotoğrafını gördüğünüz, özel ciltli kaliteli bir baskıyla raflardaki yerini alacak. Tarih yaklaştıkça Lost Girls üzerine yayınlanan yazılar ve Alan Moore'la yapılan röportajlar da İnternet'e düşmeye başladı. Aşağıdaki linklerden bunların bir kısmını okuyabilirsiniz.

Perşembe, Mayıs 25, 2006

Kara Kule Marvel'da

Marvel Comics, Stephen King'in opus magnum'u olan Kara Kule serisinin çizgi roman uyarlamasını yayınlamaya hazırlanıyor. 6 sayılık bir mini seri olarak çıkacak olan çizgi roman, bizim dünyamıza paralel bir dünyanın son silahşörü olan Roland'ın gençlik yıllarında başından geçenlere odaklanıyor ve içeriği Stepehen King tarafından hazırlanıyor. Öyküler, Eisner ödüllü çizer Jae Lee tarafından resimleniyor.

Ülkemizde de pek çok hayranı olan Kara Kule serisi, postmodern bir popüler edebiyat örneği olarak tanımlanabilir. Stephen King, 7 romandan oluşan serisinde, Robert Browning'in "Childe Roland to the Dark Tower Came", T. S. Eliot'ın "Waste Land", L. Frank Baum'un "Oz Büyücüsü", J.R.R. Tokien'ın "Yüzüklerin Efendisi" gibi eserlerinin yanısıra, kendi romanlarına da göndermeler yapmaktadır. Serinin son kitaplarında, ayrıca Star Wars, Harry Potter ve Marvel çizgi romanlarına da referanslar yapılmaktadır. Seri, pek çok popüler edebiyat türünden izler taşımaktadır: Western, Bilim Kurgu, Fantazi, Korku vb. Dahası, Stephen King, kendisini de hikayedeki bir karakter haline getirmiştir.

Marvel'ın sitesinde, çizgi roman uyarlamasının, kitaptaki öykünün öncesini anlatacağı, ve temel hikayeyi besleyeceği belirtiliyor. Marvel yöneticileri, milyonlarca okuyucusu olan Kara Kule serisinin bu mini seriyi de beğenecek okuyacağını düşünüyor. İlk sayının yayın tarihi Şubat 2007 olarak belirtilmiş.

Çizgi Anılar (3)

“Okuma yazma bilmediğim dönemlerde, resimli romanlara baka baka uyurdum. Sonra okumaya başlayınca, konuşma balonları içindeki lafları ‘duyuyor gibi olmak’ çok şaşırtmıştı beni” [Murat Gülsoy, H. Ekşigil ile görüşme, Picus, Mart 8/2004].


-Çocukken neler okurdunuz?

- Resimli kitaplarla başladım: Pekos Bill ve benzerleri. Ardından Doğan Kardeş kitaplarına geçtim” [Enis Batur, Picus ile görüşme, Aralık 5/2003].

“İlk kitabımı da ortaokuldayken Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları’na özenip yazmaya başlamıştım. Resimli romanların etkisindeydik herhalde, bir arkadaşım da desenlerini çiziyordu.

-Hangi resimli roman kahramanları sizi daha çok çekerdi?

-Tommiks’i severdim.”[Hasan Ali Toptaş, H. Ekşigil ile görüşme, Picus, Ocak 6/2004].

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Dediler, Yazdılar…

“[Zagor yazarken Zagor gibiydim] maceranın içine giriyordum resmen” (Şevki Sayışman, Kaligrafistliğini anlatırken, Hayvan, 14 Mart 2003).


“Gırgır okuyordum abi ben. En Kahraman Rıdvan, onu okurdum, ondan sonra Buluş Bill onları okurdum, kitap okuma alışkanlığını çok sonra edindim açıkçası. Çünkü şeyi hissediyorum ben, yani orada işin süzmesi var, mizah dergilerinde, orada çizen abiler, ben onları okumuş, yalamış yutmuş, bitirmiş, damıtmış, tak orada duruyor gibi algılıyordum. Yani o zamanki kafamda o vardı. Halbuki sonradan sonraya öğrendim, hakikaten orada yazıp çizenlerin birçoğu da tahminimizden daha genç insanlarmış” (
Cem Yılmaz, Kaçak Yayın, Mayıs 2003).

Ben Kadın Araştırmaları’na girdim. Kadın araştırmalarında da "Çizgi Romanda Kadın"ı seçtim. Yani kadını orada okuyoruz, çizgi romanı da zaten biliyorum diye...Aslında kaldım o tezden. O kadar güzel şeyler var ki Türkiye`de çizgi roman üzerine. Az var, ama çok güzel şeyler. Ben sosyolog falan değilim; zaten zor mezun oldum. Fakat genelde müzisyenlerin okuma yazması olmadığı için beni Abdurrahman Çelebi yaptılar (gülüşmeler). Aslında olunabilecek en düşük ortalamayla mezun oldum; 2,02`yle. Son üç dönemi de o ortalamayı tutturayım diye okudum” (Teoman anlatıyor, www.teoman.com.tr ‘den, bir Kaçak Yayın röportajı).


“Tamam bugün çizmiycem, her işim bitti, bir hafta dinleneyim diyorum, sabah uyuyup da yalnız kaldığımda diğer sevgilimle göz göze geliyoruz. Beyaz masam, kağıtlarım, boyalarım, çizgi albümlerim bana işmar atıyor. Dayanamıyorum. Yani kendimi tutamıyorum. Eşimi her gece aldatıyorum. Diğer sevgilimle kağıtlarımla, çizim masamla her gece sabahlara dek sevişiriz” (
Kutlukhan Perker, Nasıl çiziyorsunuz sorusunu verdiği cevaptan, Öküz, Şubat 1998).


Bütün bahan koyup ceplerime
çıktım çocukluğumun oyun günleri
ne
çelik çomak köşe kapmaca
saklambaç derken anladım ki
susturmamalı insan içindeki sesleri

umut göz yaşlarımı sildiğim mendilimdi

unuttun mu a çocuk
gülünce ne güzel açar

Teksas'da Rodi'nin çilleri...
(Rıdvan Tansuk)

Süpermen Miti

Umberto Eco'nun dergimizde çevirisini yayınladığımız Süpermen miti üzerine olan yazısının(1, 2) kısa bir benzerini Wired dergisi için Neil Gaiman ve Adam Rogers kaleme almış.

Link

Salı, Mayıs 23, 2006

Çizgi Anılar (2)

“Ağabeyimin alıp okuduğu resimli romanların konuşma balonlarını önce ona okutur, sonra o okuldayken açıp, ondan dinlediklerimi hatırlayarak kendim “okurdum”. Öğle uykusu için beni yatağıma yatırdıkları, ama hemen uyumayıp Tommiks dergisinin sayfalarına baktığım tatlı ve sıcak bir öğleüstü, çükümün (annemin bibi dediği şey) sertleştiğini fark ettim. Yarı çıplak Kızılderili resimlerine bakarken olmuştu bu. Belinde ipince bir ipten başka bir şey olmayan kızılderilinin “bibi”sini gizlemek için kasıklarından aşağıya bayrak gibi düzgün bir bez parçası sarkıyordu, bezin ortasına da bir yuvarlak çizilmişti” [Orhan Pamuk, İstanbul, YKY, İstanbul, 2003].

Üç çizer üç görüş (2)

“Ben gönül tarafıyla Daral’ın yanındayım. Meselesi olan insanı seviyorum. Hayatı umursayan, dert edeni seviyorum. Timsah ise, o hayatın etinden sütünden yararlanıp, derdinden tasasından uzak durmaya çalışan bir genç prototipi... O benim, bu kuşağa öfkemi boşalttığım bir karakter oldu” (Mehmet Çağçağ, Can Dündar ile yaptığı röportajdan, 5 Aralık 2003, Milliyet Popüler Kültür).

“İlişkileri anlatıyorum, ilişkilerde de seks mutlaka oluyor. Bu asla pornografi değil. Ama bir genç arkadaş, Türk mizahını anlatan bir kitap yaptı ve beni orada porno çizerlerin arasında saydı. Oysa benim çizdiklerim erotik bile değil. Kesinlikle ilişkiyi tam olarak göremezsiniz. Karede muhakkak onu kapatacak bir unsur oluyor. Cinsel pozisyonları anlatmak gibi bir derdim yok” (Yılmaz Aslantürk, Otisabi albümü hakkında konuşuyor, 17.1.2004, Milliyet). [Soru şu: Kim bu genç arkadaş? Var mı böyle bir kitap?]

“Oğuz Aral’a hakkaten sitem etmeden geçemeyeceğim; onca şey öğrenmemize rağmen, o insanların eğitimiyle ilgili akademik süreçlerine çok fazla destekleyici olmadı, istemedi” (Alp Tamer Ulukılıç, Kaçak Yayın, Mart 2004).


Pazartesi, Mayıs 22, 2006

Bu Danimarkalı çizer de Cannes’dakileri kızdırdı

Danimarkalı çizerlerin Hz. Muhammed karikatürü yüzünden dünya çapında kriz yaratmasının ardından yine bir Danimarkalı çizer hedefte.
Anders Morgenthaler adlı çizer Cannes Film Festivali’nde gösterilen bir kısmı animasyonlu "Prenses" adlı filminde pornografi ve çıplak çocuk resmettiği için tepki gördü.

Morgenthaler, tepkilere karşı çıkarak, "Tıpkı Muhammed karikatüründe olduğu gibi tepki gösterdiler. Müslümanların tepkisinden bunaldım" dedi. Morgenthaler, "Aslında animasyon filmlere o kadar da meraklı değilim. Çoğunun çocuklar için zaman kaybı olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.

[22 Mayıs 2006 // Hürriyet]

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Shooting War ya da Jimmy Savaşta

Bugün yukarıda bir karesini gördüğünüz yeni yayınlanmaya başlayan bir online çizgi romana denk geldim. Toplamda 8 hafta sürecek öykü Irak'ın işgalinin iyice çıkmaza girdiği 2011 yılında geçiyor. Kahramanımız Jimmy Burns adlı genç bir savaş muhabiri, ilk bölümde kendi video-blog'unda şans eseri canlı olarak görüntülediği Starbucks bombalaması sayesinde medya tarafından keşfedilişine şahit oluyoruz. Önümüzdeki hafta yayınlanacak 2. bölümden itibaren de artık muhabirimizin Irak deneyimlerini paylaşacağız.

Bu çalışmanın en ilgi çekici yanı, çizgi romanın Irak'a bizzat giderek işgal üzerine BattleGround:21 Days on the Empire's Edge adlı bir belgesel çeken Anthony Lappe(guerrilla news network) adlı gazetecinin elinden çıkmış olması.

link
newsrama röportajı

AYŞEGÜL SAVAŞTA IRAK ŞAHİNİ

"...Kemal Gökhan Gürses, bu kısır, dünyadan kopuk, kafayı aşk-meşkle bozmuş kültürel üretim alanında, her gün Ayşegül Savaşta adlı bir çizgi roman yapıyor. Radikal gazetesinin sayfalarında haftanın yedi günü (pazar günleri haftanın özeti) yayınlanan çizgi romanın ilk bölümü Irak Şahini geçtiğimiz aylarda kitap halinde yayınlandı. Kemal Gökhan çizgi romanında, bir savaş muhabirini, Ayşegül’ü, baş karakteri olarak seçerek, onun tanıklığı üzerinden Irak İşgali’ne çizgileriyle bakıyor. Savaşın haklı-haksız, kutsal-siyasi, ekonomik-ahlaki bütün sebeplerini bir bahaneye dönüştüren, anlamsızlaştıran acısını, savaşın içinden bir bakışla resmetmeye çalışıyor. Savaş muhabiri Ayşegül, Irak’ta çatışmanın en yoğun olduğu bölgelerde bir yandan haber iletmeye uğraşırken, bir yandan da meslektaşlarıyla birlikte bütün o objektiflik martavalını kazıyarak bir insanlık ayıbını kayıtlara geçiriyorlar..."

Kemal Gökhan'ın Ayşegül Savaşta Irak Şahini çizgi romanı ile ilgili bir yazı:
http://cinnet.org/cizgidunya/aysegul_savasta.php

Dan Clowes Röportajı


BBC2
'de geçtiğimiz yıl yayınlanan, Andrew Graham-Dixon'ın hazırlayıp sunduğu The Secret of Drawing adlı belgeselin Storylines adını taşıyan 2. bölümünün bir kısmı Daniel Clowes'a ayrılmış. Bu ünlü yazar-çizerle yapılmış röportajın da yeraldığı 14 dak. videoya aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.

Link

Yeni bir Fanzin !


Çapa Çizgiroman Grubu Sunar fanzininin 4. sayısı çıktı. Dağıtımı İstanbul'a ve Ankara'ya yapıldı, diğer yerlere yapılacak. Genel bilgiler aşağıda.

Çapa Çizgiroman Grubu Sunar , Sayı 4
24sf.+kapak, siyah beyaz fotokopi fanzin

Dağıtım noktaları :
İstanbul
Büyülü Rüzgar (Kadıköy) / Komikçi Dükkanı (İstiklal, Beyoğlu) /40 Ambar (istiklal, Beyoğlu) / Gerekli Şeyler (Teşvikiye)
Ankara
Anares (kızılay) / Devri Alem (tunalı)
İzmir
Baykuş
Eskişehir
Kitapçı Kitapçı

Salı, Mayıs 16, 2006

Üç çizer üç görüş...

“Bizim kullandığımız üslup Batı’dan alınmış bir üsluptur. Bir şekilde ehlileştirilmesi ve halk kültürüne uygun haline getirilmesi estetik bir devrimdir. Masada oturup karikatürü bir halk malzemesi haline getirdi Oğuz Aral. Biz de sonra bunu bol keseden harcadık. Bu süre içinde kimse bunun yenisi gerektiğini düşünmeden kullandı. Okur da bunu bilmedi ve okur eskisinin de değerini bilmedi. Yapanlar da gerisinin nasıl geleceğini düşünmedi. Hayattaki bir sürü bileşimi bir dergide biraraya getirmek hakikaten mümkün değil. Bizim paraya da ihtiyacımız var. Biz kendi kendimizi varedip, bağımsızlık lezzeti altında çiziyoruz. Diğer kurumların başına gelen şey, bizim de başımıza geliyor, zamanla ölüyorsun. Oysa ölmemen lazım, çünkü sen bir kültürsün” (Doğan Güneş, Met Üst ile konuşuyor, Hayvan, 21 Mart 2003).

“Tabii bugünkü çocukların çizgi estetikleri mükemmel, bu çok önemli fakat sanki kendi aralarında şakalaşıyorlarmış gibi. Bir sınıfsal olay gibi değil de bir şehir arkadaşlığı veya şöyle genişletelim, bir ülke arkadaşlığı gibi düşünüyorlar. Bu onun devrimci güç olmasını sağlayamıyor” (Tonguç Yaşar, günümüz dergilerini yorumluyor, Hayvan, 4 Nisan 2003)

“Esas gücüme giden bayiilerde bir sürü çizgi roman var ve bunların hepsi yabancı. Türk çizgi roman dergisi yok. Direk Amerikalılardan çevrilen şeyler çok satılıyor. Bu tür dergileri satın alanların yaş ortalaması 15-30 arasında. Canı sıkılıyor insanın, niye ordan gelip çevriliyor, niye bizim çizgi romanımız yok diye” (Galip Tekin, Kaçak Yayın, Ocak 2004).

[Galip Tekin resmi www.fotoajans.com'dan alınmıştır]

Çizgi anılar...

“Okuduğum ilk kitap mı? İlk anım gibi umurumda değil o da. Ayrıca okuduğum ilk kitabı anımsamıyorum. Bazı kitapları anımsıyorum ama. Adları da, kendileri gibi tuhaftı: Rip Van Vinkle, David Cooperfield, Tom Sawyer, Jennifer Teyze ve elbette Davy Crockett. Onun korsanlara karşı mücadelesini anlatan bir kitabı, nasılsa çizgi roman biçiminde değil de, Doğan Özbay çevirisiyle normal bir kitap olarak okuduğumdan, bu Davy Crockett’in gerçekte Çelik Bilek’le aynı kahraman olduğunu fark etmem için aradan uzun yıllar geçmesi gerekti. Yalnızca yılların geçmesi değil, benim Boston’da yaşayan sarışın bir kadına sevdalanmam, onunla el ele tutuşup yeryüzünün en güzel ormanlarında ya da gemilerden çay dökülerek İngilizlere karşı bağımsızlık savaşının başlatıldığı limanda, evet Edgar Allen Poe’ya da mezar olan o limanda, yani Çelik Bilek’in ülkesinde, tabii yalnızca el ele değil sarmaş dolaş ve körkütük sarhoş – Poe da alkolden ölmemiş miydi?- dolaşmam gerekti. Vesaire vesaire…” [Nedim Gürsel, “Sağ Salim Kavuşsak’tan”, Kitaplık, sayı 68, Ocak 2004, Yıl 11.]

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Zagor Göğe Yükselirse (8)

Hıdırellez’in sabahında Karaorman hıncahınç dolmuş, insan denizi olmuştu. Zavallı Ayhan, Sebahat Teyzesi ile patikadan inerken hayatında gördüğü en büyük kalabalıkla karşılaştığını düşündü. İnsanlar bayram yerine gelir gibi süslenerek gelmişlerdi, balonlar, uçurtmalar, Türk, Kıbrıs ve Azerbaycan bayrakları gözüküyordu uzaktan. Yaklaştıkça yiyecek ve içecek satan çadırları, küçük izci çocukları, Kuran okuyup ilahi söyleyen gençleri, Greenpeace aktivistlerini gördü. Büyük bir ateş için kuru ağaçlar, kütükler toplanmıştı. Öyle bir kalabalıktı ki ortalık yerde bir Karaormanlı görebilmek mümkün değildi. Dünyanın kaç bucak olduğunu bilenler, bildiğini sananlar Karaormanın bu halini görmeliydiler.

Sebahat Teyze, Ayhan’ın neler çektiğinin farkında bile değildi. Karaormanın ortasındaki dar vadiyi iyi görebileceği bir yer arıyor, telaşla etrafı kolaçan ediyordu. Kendiyle o kadar doluydu ki etrafına bakmadığı için birkaç kişiye çarptı, bir kaçının ayağına bastı, yelpazesiyle uzun saçlı bir oğlanın kafasına vurdu ve sonunda istediği gibi bir yeri buldu. Yaşlı bir çınarın altında Zavallı Ayhan’a da kendisine de yer açarak kuruldu.

Zavallı Ayhan, nabzının her zamankinden az attığının farkında değildi, rüyada olduğunu sanıyordu. Sebahat Teyze gülerek “Zagar bu kalabalığı görünce artık çıkar ortaya, bize de kendisini görmek nasip olur değil mi?”dedi. Ayhan onu duymuyor, başka yerlere bakıyor, başka şeyler düşünüyordu; okul müdürünü görmüştü, hızla ayağa kalkarak kendisi gibi kalabalığı yararak ilerleyen adama yöneldi. Zavallı Ayhan “demek o da gelmiş vay canına” deyip duruyor, sinirle gülüyordu. “Hocam” diye bağırdı “Hocam siz de mi Zagor’u görmeye geldiniz?” o kadar gülerek sormuştu ki Müdür Bey ciddileşme gereği duydu: “Evet, önemli bir gün Ayhan”. Nerdeyse yan yana gelmişlerdi “Hocam Zagor sizinle de konuştu mu?”. Müdür, Ayhan’ın yüzüne bakmamaya gayret ederek “Kısa bir konuşma oldu ama mühimsenecek bir şey değil”.

Zavallı Ayhan o kadar mutlu olmuştu ki Müdür kendisinden uzaklaştıktan bir süre sonra fısıldayarak söylediklerini gökyüzüne doğru haykırarak yineledi: “Yavşak Yalancı”.

Bu tür bağırışlar, göğe yakarmak türünden çıkışlar hesap edilirse Zavallı Ayhan yalnız değildi. Mamıt Emmi’nin ayva göbekli ortanca kızının bir kayanın üstüne çıktığı, üstünü başını parçalayarak “kimseye vermem verceksem Zagor’a veririm” dediği rivayet ediliyor. Yalçın’ın Akutagava televizyonunun muhabirine tutulup sesi kısılana kadar “aşk aşk” diye bağırdığı da söyleniyor…Ayrıca kim olduğu belirsiz bir Turist “Zagor, Türkçe bilmez İtalyanca bilen birini bulalım” demiş ama kimse onu dinlememiş. Hem Zagor, günlerdir insanlarla nece konuşuyor sanki… Bu kadar insan yalan mı söylüyor şimdi?

Karaorman’da her şey hep bu havada geçmedi… O dar vadinin etrafında toplanmış kalabalık öğlen üzeri suskunlaştı, öyle oldu ki sanki ne kadar sessiz olunursa Zagor o kadar erken çıkacaktı ortaya… Kimisi ormana dikti gözünü kimi de göğe odaklandı. Bulutların arkasına giren güneş ya da güçlü bir rüzgâr hep bir heyecan yarattı. Dinmez bir ilgi, bitmez bir merakla oturuyordu herkes. Zagor göğe yükselirken oradaydım yazılı tişörtler olsa o gün o saatte ne para ederdi vallahi…

Sandık içi’nde bir çizer: Ersin Karabulut

Elektronik yayıncılık alanında kuvvetli adımlar ile ilerleyen derggi dergisinin Mayıs sayısında Ersin Karabulut ile bir röportaj yapılmış. Özge Tığlı'nın yaptığı uzun soluklu röportaj için aşağıdaki linke bakabilirsiniz.

link

Dean Young, "Basri Sandviçleri" için mağaza açıyor...

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yıllarca ilgiyle izlenen ve çok sevilen "Fatoş" (Blondie) bant karikatürlerinin çizeri Dean Young, Türkiye’de Fatoş’un eşi "Basri" olarak bilinen "Dagwood Bumstead"in yaptığı kocaman sandviçlerin satılacağı "Dagwood’s Sandwich Shoppes" zinciri kuruyor.

Dean Young, Basri’nin gece yarısı uyanıp mutfakta büyük bir keyifle hazırlayıp mideye indirdiği battal boy sandviçlerin artık gerçek hayatta bulunabileceğini söyledi. Dean Young’ın kurduğu Dagwood’s Sandwich Shoppes dükkanlarının ilki bu yaz Florida’nın Clearwater kentinde açılacak ve daha sonra ABD’ye ve diğer ülkelere yayılacak.

[Hürriyet 15 Mayıs 2006]

Samim Utkun 1949

Meraklısına… Ceylan Yayınlarının çıkardığı yayınlara çizdiği kapaklarıyla hatırlanan, nerdeyse Teksas ve Tommiks ile özdeşleşen Samim Utkun’un mesleğe ilk başladığı yıllarda hazırladığı bir reklâm… 1949 tarihli reklâmda henüz çizgileri, kendine özgü çinisi oturmuş değil.

Zagor Göğe Yükselirse (7)

Zavallı Ayhan bu kadarını beklemiyordu. Zagor’un Karaorman’a geldiğini, Hıdırellez’de göğe yükseleceğini sadece kasabadakiler değil Öğretmen Okulu’ndaki herkes konuşuyordu artık. Çevre köylerden ve kasabalardan meraklıların bölgeye akın edeceğini, insanların çadırlar kurarak “büyük günü” beklemeye başlayacaklarını doğrusu tahmin etmemişti. Gösterdiği cesaret, yarattığı yalanın akisleri gururunu okşasa da korkmaya da başlamıştı. Biri çıkar da her şeyin çeşmeye yazılan yazıyla başladığını söylerse, tutar biri de yazıyı kimin yazdığını aramaya kalkarsa diye kafasında felaket senaryoları kuruyordu. Kendini korkutup rahatlattığı, az uyuyup kâbuslar gördüğü gecenin sabahında ziyaretçisinin olduğunu söylediler.

Zavallı Ayhan bu kadarını gerçekten beklemiyordu. Sinop’tan Sebahat Teyzesi onu ziyarete gelmişti. Sebahat Teyzesi aslında Babasının teyzesiydi, altmışına doğru Sinoplu İsmail Amca’yla evlenmişti. İlk yılın sonunda dul kalan Sebahat Teyze müşkülpesent, sabırsız, sürekli hastalıklarından söz eden biriydi. Onun birdenbire karşısında görünce istemsiz olarak terlemeye başladı, sağ gözü seğiriyordu. Daha da fenası, Zavallı Ayhan, Sebahat Teyze’nin Zagor’u görmeye geldiğini duyunca geçici olarak sağır oldu. Sebahat Teyze’nin anlattığı hiçbir şeyi duyamadığını fark edince telaşlandı “hemen geliyorum” diyerek okul bahçesine çıkıp koşmaya başladı. İlk kez etraftan atılan lafları, edepsiz kahkahaları duyamadığına üzülüyordu, oysa kaç kez sağır ya da kör olmak istemişti. Ona cehennem gibi gelen bir on dakika sonunda yeniden duymaya başladı.

Terlemişsin oğlum” dedi Sebahat Teyze. Zavallı Ayhan, yeniden duyabildiği için sevinçliydi, içtenlikle ona sarıldı. Sebahat Teyze ise “kaç günde bir yıkanıyorsun pek bi fena kokuyorsun” diyerek hiç değişmediğini gösterdi. Üşüdüğü için penceresi açılmayan, havasız evini hatırladı kadının, kirlenir korkusuyla her yer beyaz örtülerle kaplıydı ve naftalin kokusu insanın genzini yakardı, ürperdi.

Bu ne biçim çay” dedi Sebahat Teyze, bardağı Abduş’un önüne sürerek “Siz bu kafayla davar bile güdemezsiniz, hayvan alır başını gider”. Zavallı Ayhan’a dönerek “sen de şu kravatını gevşet ayol, içim sıkıldı” dedi. Ayhan, teyzesiyle birlikte gezmeye geldiği kasabadaki kalabalığa dalmıştı. Bu kadar insanı ilk kez bir arada görüyordu, yamaca doğru yayılan yüzlerce çadır saydı. Japon Akutagava televizyonu insanlarla röportajlar yapıyordu.

Alışık değiliz yenge… Çok insan geldi, bu hader insan çayı da bozdu tabii kusra bakmayın. Ihlamur verem mi”. Ayhan’ın masadan kalkmadan önce son duyduğu bunlardı, Sebahat Teyze pişkince yelpazesini sallıyor, Kahveci Abduş başka bir ilgiyle kadının yanından ayrılmıyordu.

Bana dedi ki…Kamera açık değil mi?

Açık Amca…

Bana dedi ki seni sevdim Amca, ama bu dünya yalan, bu dünya batmış…”

Zavallı Ayhan, Hacı Amca’nın konuşmasını gülerek dinliyordu. Oysa günlerdir benzer şeyler anlatılıyordu kasabada, Zagor herkesle konuşmuştu maşallah…

Pazar, Mayıs 14, 2006

Zagor Göğe Yükselirse (6)

Bana kızanlar olmuş, yanılmışlar. Böylesi ibret dolu bir hikâyeyi heyecanlı bir yerinde keserek bir sonraki gün için merak uyandırmak gibi bir niyetim yok benim. Allah şahidimdir, o kalabalıkta “ben gördüm Zagor’u” diye konuşanı göremedim. Hatta hafif zıplayıp hoplayarak sesin sahibini ararken, Müdür Beyin “hadi canım, daha neler” dediğini duydum.

Sabah bağa indiydim Müdür Bey, orada gördüm” diye cevaplayan Yalçın’dı, öne çıkmıştı. Müdür Bey, konuşanın Yalçın olmasına daha bir şaşırdı. Hani kasabanın aklı başında, eline gazete alınca içi daralmayan, başı dönmeyen bir avuç adamından biriydi Yalçın. Düşünün nerde o eski gazeteler… “Yalçın sen ne diyorsun kuzum” diyerek şaşkınlığını belli etti.

Vallahi Müdür Bey, konuştuk da

Şiirden mi bahsettiniz Yalçın?” diye Müdür sesini sertleştirmişti, Yalçın’ın kasabalının pek bilmediği bir tutkusunu dillendirmeyi tercih etmiş, hani hayal görmüş olmayasın demeye getiren şifreli bir kızgınlık göstermişti. Yalçın yutkunarak “Ne şiiri Müdür Bey, Süt içti, üzüm verdim o kadar… Turist sandım başta” Müdür, meseleyi çözmüş gibi keyiflendi: “Hah şunu bileydin Turisttir o”.

Ömer’in elindeki kitabı görene kadar ben de umursamadıydım

Üst baş pek komikti… Kılık kıyafet diyorum… Ha bunun aynısını ben bu sabah gördüm, konuştum diyorum Müdür Bey” dedi elindeki Zagor sayısını göstererek.

Kalabalıkta bir uğultu yükseldi. Zagor sayısı elden ele dolaştı.

Ülen Yalçın, kasabalıyı oyacam demiş, günahkârları inim inim inletecem demiş, doğru mu len, dedi mi saa” dedi birisi. Müdür Bey iyiden iyiye kızmıştı

Tam isabet Yalçın, senin söylediğin şurada söylenecek şey mi..Bak nerelere tırmandı laf

Ekmek çarpsın konuştum diyorum Müdür Bey

Laf lafı açıyor, kimse kimseyi pek dinlemiyordu. Müdür Bey ne derse desin Zagor Karaormana gelmişti bir kere. Hıdırellez’e bir hafta var ya da yoktu, gün geçtikçe Zagor’u görenler çoğaldı. Kimileri ormandan nara sesleri duyduğunu söylüyordu.

Güzel Allahım herkesin aklından ve gönlünden geçeni bilir, beni sınıyorsa eğer takdir kendisinindir. Ormana ne zaman baksam bana her geçen an biraz daha kararıyor gibi geliyordu.

Kaderimiz onun bildiğidir.

Cumartesi, Mayıs 13, 2006

Felidanimasyon!

Akif Pirinçci'nin Felidae'sinin zamanında (1994 yılında) animasyon yapıldığını duymamıştım. Bir araştırma esnasında karşıma çıktı. Uzun Çoraplı Pippi'nin animasyonunu yapan Michael Schaack çekmiş...
Bizde bir yerlerde gösterildi mi bilmiyorum. İzleyen var mıdır? Filmi de kitabı gibi sevimli ve tırmalayıcı mıdır?

imdb

Zagor Göğe Yükselirse (5)

Zavallı Ayhan, bir zıplayışta okul duvarını aşmıştı ki elini kıçına bağlamış, çatık kaşlarıyla kendisine bakan Edebiyat hocası, Müdür yardımcısı Halil İbrahim Beyi gördü: “Maşallah, yay gibisin Ayhan, bir sıçrayışta…” Ayhan suskunlukla önüne baktı, neler söyleyeceğini düşünüyordu. “Nerden böyle? Kaçtır gözükmüyorsun yemekte?”. Halil İbrahim Bey, sakin adamdı, bu devirde öğrenciye fiske vurmamış öğretmen az bulunurdu.

Zavallı Ayhan kontrolsüz, azalıp çoğalan bir sesle “Namaza gittiydim Hocam” diye cevap verdi. Halil İbrahim Bey pek inandırıcı bulmamıştı, çocuğa nasihat etmeye karar vererek ona doğru birkaç adım attı. Zavallı Ayhan tokat yiyeceğini sanarak geriledi. Kendini oyununa o kadar hazırlamıştı ki geri adım atması da rol gereğiydi. “Korkuyorum” dedi yutkunarak. “Herkes Zagor’un göğe yükseleceğini konuşuyor, bana da söylediler”.

Halil İbrahim Bey afallamıştı, önce çocuğun kendisinden korktuğunu sanmıştı, şimdi duyduklarını anlamlandıramıyordu. “Oğlum, rüya mı gördün sen, hayırdır inşallah”.

Zavallı Ayhan gözleri nemli “Hocam siz de mi beni ciddiye almıyorsunuz?”. İçindeki hınzır Ayhan şeytana pabucunu ters giydirmişti çoktan, burnunu çekerek başını daha bir öne düşürdü. Halil İbrahim Bey, çocukların tamamının, hocaların çoğunluğunun Ayhan’ı görür görmez makaraları koyverdiğini biliyordu. “Kimi gördüysem bunu konuşuyor Hocam

Kim mesela

Zagor baltasını günahkârların kafasına indirecekmiş

“… yok daha neler... Dur be çocuk niye ağlıyorsun şimdi?

Halil İbrahim Bey, müdürün odasına girdiğinde Zavallı Ayhan kendisine gülerek bakan, önünden geçerken burunlarını tutarak kıkırdayan yaşıtlarını, zalim dünyanın edepsiz evlatlarını göremeyecek kadar mutlu hissediyordu kendini. İçerden duyduğu konuşmayla ağzının kenarları yukarıya doğru geniş bir kavis çizdi. İki günde beş kilo almış kadar semirmişti. Gül Allahım gül…

-"Halil İbrahim Bey, büyütmeyin ben de duydum bunu…Cuma namazından sonra kahvede konuşacağım. Cahil halkın uydurması sonuçta…Zamor denilen şeyin varolduğuna dair bir şey var mı…yok elbet…"

Müdür bey yanılıyordu, bilim hurafeyi yenemeyecek, Zagor Zamor’u fena benzetecekti. Cuma namazından hemen sonra kahvede toplanan ahali karşısına çıkan Müdür ilk hatasını Abduş’un çayını içtiğinde yaptı. Çayı ağzına götürür götürmez yüzünü ekşitti, “pek de güzelmiş” dese de kasabalının her gün bayılarak içtiği Arap çayını beğenmediği anlaşılmıştı. Aslında yalan yok kendi aralarında bir Allahın kulu o çayı beğenmezdi ama hele ki dışarlıklı biri gelsin çaya laf ettirmezlerdi. Müdürün fark edemediği bir fısıldaşma oldu. Halil İbrahim Bey de oradaydı, Müdürün yaptığı konuşmayı beğenmişti. Şimdiki zaman, hepimizi kör ediyor, O da hayat ile derslerin çooktan koptuğunu göremiyordu. Müdür, yüzündeki sükûnet maskesini bırakmadan “Canım, yapmayın bir gören var mı bu Zamor’u” deyiverdi. Biri de çıkıp gördüm, konuştum diyecek değildi ya, değil mi ama…Ama biri çıkıp “ben gördüm Zagor’u” demez mi.. Bak sen şu işe…Müdür de hopladı birden, ahali de döndü o yana…

Ben tam o vakit ormana bakıyordum, güzel Allahım biliyor, ne güzel siyah diyordum içimden…Kimin konuştuğunu o an göremedim…

Cuma, Mayıs 12, 2006

Serüven Heyecanla Sunar…

“Ben, Tycho Brahe. Matematikçi, hekim ve simyacı... Gerçeğin peşinde, yeryüzündeki her tür yolu ve geçidi kat ederek, uzun yolculuklar yaptım… Maddi ve manevi dünyada kat ettiğim onca mesafeden sonra, kendini kanıtlamaya çalışan bir yeniyetme gibi hırsıma yenik düştüm.

fantastik ve şaşırtıcı bir serüven…yerli çizgi romanda yeni bir soluk…

Pek yakında….

Mozaik

Çok hoş bir şey yapmışlar, neden aklımıza gelmedi, Serüven’e kapak fikri olurdu diye sızlandım, imrendim. Genç arkadaşlar bir fotoğrafı alıp birbirine eşit 10 parçaya bölmüşler ve her bir parça fotoğrafı 10 ayrı çizerin yorumlamasını istemişler. Mozaik adlı proje henüz bitmiş değil, dikkatle bakıldığında ve açık konuşmak gerekirse 10 ayrı çizerin yaklaşımının birbirlerini tamamladığı söylenemez. Heyecan verici olan bence projenin kendisi, muhtemelen birbirlerini tanımayan 10 çizerin kolektif iş çıkartması bence çok anlamlı . İştah açıcı olduğu insanları yeni işler yapmaya teşvik ettiği de kesin.

link

Zagor Göğe Yükselirse (4)

Zavallı Ayhan’ın Zagor’un insan suretinde Karaormana gelip göğe yükseleceği yalanına hasat zamanı kimse inanmazdı. Ama Hıdırellez öncesinde kasabalı her biri birbirinin aynı olan günlere kendini kaptırmış, sıkıntıyla uyuyordu. Pireyi deve yapan çekişmeler, vesvese, şüphe ve şayiayı bıkkınlıkla çoğaltan günler işsizlikten ve beklemekten elbet, Hıdırellez öncesine denk gelirdi. Sarı Öküz’ün kulağını kim kestiyse günahı boynuna o vakit kesildiydi, geçen yıl Kör Musa’nın kapatması Tosuldak Neriman’ın kaybolması da Hıdırellez’e bir hafta kala olduydu. Karaormanlı takmıştı bir kez. Müezzin’in sesinin kısılması, Muhtar’ın kolunun kırılması hayra alamet değildi. Dahası henüz hiç kimse Zagor’un göğe yükseleceğini duymamıştı. Benden duymuş olmayın ama bu kasabalı ya daha da karanlık olsun yıldızı rahat bulalım diyordu ya da o kadar günahkârdı ki çöreklenen Allah korkusu yoldan çıkartmıştı onları. Yoksa herkes eşekler gibi biliyordu ki Muhtar, Mamıt emminin ayva göbekli ortanca kızını dikizlerken ayağı kayıp yardan düşmüştü. Müezzinin sesi zaten pek gür değildi, şehre indiğinde rakıyı buzla içmeye kalkıp ölçüyü kaçırmıştı. Tosuldak Neriman’ı Bentderesinde görenler olmuştu, Sarı Öküz’ün kulağını Arap Hüseyin borcunu ödemediği için Giresunlu Nihat kesmişti. Aslına bakarsanız herkes bir eksik bir fazla bunları biliyordu. İnsanoğlu nefsini tutmaz, haddini bilmez, şeytandan şikâyet eder.

Hacı amca oflaya püfleye, arkasına baka korka, düşe kalka meydandaki kahveye ulaştı. Ahali bıraktığı yerde oturuyordu. Çardağın altına çöker çökmez söylenmeye başlamıştı: “Karaorman demişler, karalığı boşuna olur mu hiç?”. Kasabalı çıra gibi bekliyordu haberini, hem zati işler götün götün tersine gitmiyor muydu, az evvel konuşmamışlar mıydı bunu?

Zavallı Ayhan bunları bileydi, ağzını daha bir yayarak kahkahalar atardı. Çeşme başında yeni bir yolcuyu bekliyordu. İkindiye doğru peynir tenekesi taşıyan bir kadın göründü. Zavallı Ayhan, kadın çeşmeye vardığında hiçbir şeyden habersizmiş gibi yanına sokulacak, kırmızı burnunu çeke çeke yazıyı yeniden okuyacaktı.

Zagor, Hıdırellez’de göğe yükselecek

Vay anam vay…

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Hem doğrucu hem korkusuz Davut

Fatih’in sözünü ettiği Fearless Fosdick, Hoş Memo içinde yayınlanan bir Dick Tracy parodisidir. Şöyle ki, Memo bu bantı çok sevmektedir, ne zaman Fosdick okumaya başlasa asıl hikâye kesilip Fearless Fosdick hikâyesi anlatılmaya başlamaktadır. Yukarıda gördüğünüz bant 1962 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanmış. Capp, Dick Tracy’deki abartılı narsizm ve bilimsel uydurmalara böylelikle hicvetmektedir. Hoş Memo gibi aptallık derecesinde saf birinin sevebileceği bir dizidir Fearless Fosdick.

Bizim açımızdan ilginç bir yönü var. Hoş Memo’nun Vatan gazetesindeki yayınında Fearless Fosdick’e Doğrucu Davut adı yakıştırılmış. 1957 yılında Milliyet Dick Tracy’yi yayınlamaya başladığında Fearless Fosdick-Doğrucu Davut yakıştırmasını hatırda tutarak Korkusuz Davut ismini tercih etmiş. Garip bir biçimde Al Capp’ten yana tavır koymuşlar. Doğrusu matrak bir durum…

Cici Can...

Cicican-Huriye diyoruz madem deyip ikiliyi bir arada resmeden bir bant gösterelim dedim. Cicican’ın film uyarlaması başarısız, bunu yazdım da birkaç kez. Cicican yakışıklı ama aptallık derecesinde saf biri. Göksel Arsoy gişe getirecek bir isim ve bence hiç benzemiyor da değil. Tercih yanlış değil ama aptal romantiği değil romantiği oynadığı için Cicican rolünün altından kalkamamış. Filmi başarısızlığında önemli bir etken bu. Komedi mi melodram mı anlaşılmıyor.

Mmmm... Pek benzememiş galiba...


Bir kitapta dün bahsi geçen filmin afişini buldum. Cicican'a pek benzemese de başrolde dönemin sevilen oyuncusu Göksel Arsoy oynuyor. Çizgi romanında neredeyse hiç göremeyeceğimiz sert ve manidar bir ifadeyle uzaklara doğru bakıyor. Filmin konusunu Bedri Koraman, senaryosunu ise Safa Önal yazmış... Yıllar önce, yanlış hatırlamıyorsam Kanal 6'da denk gelmişti...

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

Üç isimli büyük usta...



Dün büyük usta Bob Lubbers'i yadedince bugün içimden ona biraz daha torpil yapalım diye geçti. 1922 doğumlu çizer çıkışını 1950 lerde United Features için hazırladığı günlük Tarzan stripleri ve pazar sayfalarıyla yapıyor. Aynı dönemde Li'l Abner dizisinde ismi çıkmadan hayalet ressamlık yaparken 1954 yılında All Capp ile bizde de Nilüfer ismiyle tanınan Long Sam'i yaratıyorlar. Asıl ismi olan Robert Lubbers'i kısaltarak Bob Lubbers olarak kullanırken 1960 yılında King Features ajansı için Secret Agent X-9'u çizmeye başladığında tekrar değişiklik yaparak Bob Lewis oluveriyor. 68 yılında Robin Mallone'yi çizmeye başlayan usta 1989 yılında " eh yeter bu kadar " diyerek emekli oluyor. Yalın ama çok başarılı çizgisiyle bir çok ressama model oluşturan çizerin özellikle kötü adamları stilize ederken dozunda bir karikatür havası vermesi ayrı bir ustalık istiyor. Dün yola çıkıştan bahsetmiştik, başka bir usta olan Renato Polese'nin yola çıkışı da gene bu ustadan.
Levent, tiyatro konusuna hemen geçiyorum ama bu satırları okuyan arkadaşların içinde Li'l Abner'in filmiyle ilgilenenler olursa tamamen yasal bir site olan www.publicdomaintorrents.com'dan filmi ücretsiz olarak indirebilirler. Meraklıları çıkabilir, sitede otuzlu yılların Flash Gordon serialleri bile var.

Gülpembe Sahnede!

Dün Fatih’in yazdığı Yola Çıkış adlı yazıya bir yorum yazmıştım. Cici Can çizgi romanındaki Huriye tiplemesinin Hoş Memo’nun karısı Gülpembe’den alındığını söylemiştik. Yukarıdaki fotoğraf Hoş Memo’nun (Li’l Abner) Abner on Broadway (Dailies 1956) kitabının kapak fotoğrafı. Kitabın başında Hoş Memo’nun tiyatro uyarlaması hakkında detaylı bir yazı var. Hoş Memo, Türkiye’deki mizahi çizgi romanları derinden etkilemiş bir bant. Şöyle bir iddiada bulunacağım: Ellili yıllarda çizmeye başlayan, çoğunluğu bant-karikatür de yapmış sanatçılarımızı bence Cemal Nadir’den daha çok etkilemiştir Hoş Memo. Bu iddiamın 50 kuşağı karikatüristlerinin kabul etmeyeceğini, Cemal Nadir ile kıyas yapmayı siyaseten reddedeceklerini tahmin ediyorum. Ancak Bedri Koraman, Altan Erbulak ve Oğuz Aral’ın o yıllardaki popüler bantları olan Cici Can, Cafer ile Hürmüz ve Hayk Mammer’ini okuyorum uzun süredir. Bu iddiamı pekiştirecek pek çok benzerlik buluyorum. Cici Can, tartışmaya gerek yok bütünüyle Hoş Memo taklididir zaten. Milliyet’te Abdi İpekçi, Vatan’da yayınlanan Hoş Memo’ya alternatif olacak bir bant istemiştir. Zaten altmışlarda Hoş Memo Milliyet’e geçer. Al Capp, altmışlı yıllarda bağnaz bir Amerikan muhafazakârı olup çıkar. Bizdeki mizahi paradigma 68’ etkisine girerken, Capp de ellilerdeki çizer ilgisini kaybeder.

Birkaç not

+ Ellili yıllarda Amerika’da çizgi romanların tiyatro uyarlamaları yapılıyor, Broadway ilgisi denebilir buna. Nedense çizgi romanların tiyatro uyarlamaları hakkında pek yazılıp çizilmez. Bizde üç kez uyarlanan Abdülcanbaz ve geçtiğimiz günlerde sahnelenen Sizinkiler var. Aşağı yukarı çizgi romanın yayınlandığı her ülkede çeşitli örneklerden söz ediliyor. İtalya’da örnekleri var mı bilmiyorum mesela…(pas attığım aşikar)

+ Resimde soldan sağa Hoş Memo, Boncuk Anne ve Gülpembe yer alıyor.

+ Cici Can, bir ara tam külliyat, pahalı ve büyük boy-ciltli basılacaktı, nedense olmadı.

Zagor Göğe Yükselirse (3)

Göz bebeğinde beliren Zagor’u Allahın bir hikmeti sayan Âlim, Zagor’un bir İtalyan çizgi romanı olduğunu öğrenince cezalandırıldığını düşünmedi değil. Konuştuğu insanlardan bir kaçı Zagor’un bir iyilik savaşçısı olduğunu söyleyince bir parça olsun rahatladı. Sahaflardan topladığı Zagor sayılarını okumaya başladı. Her okuduğu sayıyla gözündeki ağrıların geçtiğini farkeden Âlim, her geçen gün daha mutlu olmaya başlamıştı. Zagor külliyatını hatmettiğinde ki gerçekten hatmetmişti. İmam Hatip’ten yakın arkadaşı Çinli Yaşar, Allah kendisinden razı olsun, her sabah evine uğramış, hikâyelerin özetlerini çıkartıp yüksek sesle ezberden okuyan Âlimi dinlemişti. Âlim her hikâyeyi, her karesine, her çizgisine kadar öğrenmeye yemin etmişti. Başlangıçta kendisine yolunacak tavuk olarak bakan sahaflar bile ondan Zagor İmam diye söz ediyorlardı. Meraklı okurlarım eğer isterlerse sorabilirler, gözünü meraklı insanlardan sakınan, siyah renkli gözlüklerle kitap karıştıran Zagor İmam’ı tanımayan sahaf yoktur. Varsa bilin ki o sahaf değil esnaftır, Allahın gözü o acımasız insanların üzerindedir.

Âlim, dolaştığı sahaflarda Zagor konuşacak müşteriler arıyor, Zagor’un adının geçtiği her konuşma önce gözlerini sulandırıyor sonra göğsünden aşağıya sanki kalbini rahatlatan bir meltem estiriyordu. Her şeyin düzeldiği, göz bebeğindeki Zagor’la yaşamaya alıştığı bir gün beklenmedik bir alamet belirdi. Sokakta giderken eklem yerlerinde şiddetli bir ağrı hissetti. Derken mevsime inat çok geçmeden fırtınaya dönüşen bir yağmur başladı. Koşar adım giden Âlim hemen önüne düşen ikinci yıldırımdan sonra güzel Allahımın yakında olduğunu hissetti. Gözlüğünü çıkardı, yağan yağmura doğru yüz çevirip kollarını açtı. Çinli Yaşar’ın geçen bayram Dişi Bakkal’a anlattığına göre üçüncü şimşek Âlim’in kafasına inmiş, oracıkta kendinden geçmişti. Uyandığında yağmurun durduğunu, Zagor ve Çiko’nun birbirlerine sarılarak horladıklarını görmüştü. Eve kadar arkasına bakmadan giden Âlim farkında olduğu yokluğu aynada teyit etmek istedi, hissettiği gibi Zagor gözbebeğinden çıkmıştı. Bayıldığı yere geri koşan Âlim Çiko’yu yakınlarda bir bahçe duvarına oturmuş, ekmek arası döner yerken bulmuştu. Çiko, Zagor’un Karaorman adlı bir yere gittiğini söyleyecekti.

Hikâyesini buraya kadar anlattığım İmam, Hacı Amca’nın kendisini baştan beri dinlediğini farz ederek sesini yükseltti: “Karaorman diyorum amca!” dedi. “Zagor, adlı Allahın sevgili kulu, hah şu ormana geliyor, Hıdırellez’de!”. Hacı Amca, İmam’ın birkaç kez söylediği Karaorman sözünü günahlarının çokluğundan olacak “Körolasın” diye anlamıştı. Sendeleyerek, gerisin geriye kasabaya doğru koşmaya başladı.

Zavallı Ayhan karnını tutarak gülüyordu, kafasındaki imam takkesini havaya fırlatıp “Ahyaak” diye bağırdı.

Salı, Mayıs 09, 2006

Yola çıkış...





En zor işlerden biri olan çizgi roman üretmek genel kanının aksine çizerin sadece beyaz kağıda bakarak yaptığı bir iş değildir. Çizer sürekli olarak başvuracağı kaynaklar bulundurmak zorundadır çünkü son model bir motosikletin soğutucusunun kaç boğumlu olduğunu bilemeyeceği için en azından bir fotoğraf bulması gerekir. Bir çizerin yapabileceği en büyük hatalardan biri başka bir çr'dan açıkça anlaşılabilecek alıntı yapması. Gabby Hayes bir film oyuncusudur. EsseGesse ekibi Konyakçı tiplemesini bu oyuncudan almışlar. Amerikalı yayıncılar kırklı yıllarda bu oyuncunun adını ve tipini birebir kullanarak çizgi roman dergileri çıkarırlar ancak EsseGesse üçlüsü bu çizgi romanlardan faydalanmak yerine fotoğraf ve filmleri kullanma yolunu seçerler. Jordi Bernet tamamen desen çalışan çok başarılı bir çizerdir ama bu yola çıkış noktasının tamamen Raymond Everett Kinstler ekolü olduğu gerçeğini de değiştirmez. Yukarıda Yüzbaşı Volkan'ın yan karakterlerinden biri olan Yüzbaşı Nusret var. Tip aslında Giolitti'nin çizdiği Star Trek çizgi romanındaki Mr. Spock. Çizilirken doğal olarak kostüm, saçlar ve kulak değişmiş. Amerikalı çizer Dan Barry günde yalnızca üç karelik bir strip yaptığı için fotoğraflı modellerden çalışma lüksü varken Ali Recan günde ortalama dört-beş sayfa üretmek zorunda kaldığı için çıkış noktası ağırlıklı dış kaynaklı çizgi romanlardı. Gene yukarıda sol tarafta görülen Bedri Koraman'ın çizdiği Huriye, sağ taraftaki ise Al Capp-Bob Lubbers'in Long Sam-Nilüfer'i. Aslında Nilüfer'in kostümü de Al Capp'ın Li'l Abner'ındaki ( Hoş Memo ) Daisy Mae'nin kostümüyle hemen hemen aynıdır...

Aristokratlar İstanbul'da 2


Castelli'nin her fırsatta Milliyet gazetesini kullanmasında temel sebep gazeteye duyduğu sempati. Yazarın Corrieri dei Ragazzi, Giornalino gibi çocuk dergilerine hazırladığı pek çok farklı iş Milliyet Çocuk dergisinde 1972 yılından itibaren sık sık kullanılmıştı. Ülkemize de iki defa turist olarak gelmiş...Yukarıda yazarın Giancarlo Alessandrini tarafından çizilmiş bir karikatürü var.

Aristokratlar İstanbul'da...


Yazar Alfredo Castelli ve çizer Ferdinando Tacconi'nin italyan çocuk dergisi Corrieri dei Ragazzi için 1973 yılında hazırlamaya başladıkları ve bizde de 1975 -1990 yılları arasında Milliyet Çocuk dergisinde pek çok macerası yayımlanan Aristokratlar (Gli Aristocratici) adlı çizgi romanın 1976 yılında üretilen bir macerası da İstanbul'da geçmekteydi. Topkapı sarayından Tahtakale'ye, simit satıcılarından dolmuşlara varıncaya kadar bize ait pek çok motifin kullanıldığı öyküde dönemin başbakanı Bülent Ecevit ve Kemal Atatürk de resmedilmiş. Sağ alt karedeki resim Atatürk'e ait. İtalyan baskısını bulamadığımdan resimleri Almanca, cep kitabı olarak üçüncü hamura basılmış seriden koydum. Resim kalitesi bu yüzden biraz düşük...

Zagor Göğe Yükselirse (2)

Zavallı Ayhan çeşme duvarına “Zagor, Hıdırellez’de göğe yükselecek” yazdı yazmasına ama her zaman olduğu gibi ne yapacağını bilmez durumdaydı ileri geri yürüyüp durdu, eli ayağı kesilmişti. Önce çeşmeden akan soğuk dağ suyuyla elini yüzünü yıkadı, sonra duvarın karşısına geçip yazdığı yazıyı uzun uzun seyretti. Arada bir gevrek kahkahalar attığı bir yarım saatin sonunda Orhan Pamuk’a küfretmesi gerektiğine karar verdi. Zor bulunan, kimsenin aklına gelmeyecek bir cümle yazmıştı.

Bu güzel hikâyeyi okuyan dostlara Zavallı Ayhan’a gülmemelerini salık veririm. Herkesi her şeye zorlayan nedenler olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Zavallı Ayhanı bu mantıksız eyleme iten en önemli nedenin öğrencilerin, öğretmenlerin kaba alayları ve küçümsemeleri olduğunu görememek büyük bir ayıp olur. Zavallı Ayhan’la alay edilmesi uykusu gelenin esnemesi ya da açık arazide yürürken gaz çıkartılması kadar olağan bir hadiseydi. Öyle ki Allaha şükretmek için Zavallı Ayhan’ı görmeye gelen hayasız gençler vardı. Zavallı Ayhan da aynı yolu izleyerek düşmanlarına oyun oynamaya karar vermişti. Hazırladığı tuzak ile kendisine gülen insanlardan intikam alacaktı.

Zavallı Ayhan o çeşmenin karşısında ne kadar oturdu bilinmez ama ertesi gün o yazıyı ilk gören yaşlı bir bey amca oldu. Nereden geldiği bilinmez ama bana kalırsa Koca Çam’a çaput bağlayıp dünyanın sayısız derdiyle meşgul olan yüce Allahımdan kendisine genç bir karı bulmasını, eğer olabiliyorsa Mamıt Emminin ayva göbekli ortanca kızını, olmuyorsa para diye otuz takla aşmış, sonunda Almanya’da geberip gitmiş Diksaç Nazmi’nin dul karısını istiyordu.

Adı Hacı’ya çıkmış, laf bana düşmez ama Vilayetteki kaplıcadan ötesini görmemiş Yaşlı bey amca çeşmedeki yazıyı farketmemişti. Çeşmenin kenarına çökmüş, soğuk suya bandırdığı mendiliyle hararetini alıyordu. Harareti havadan değildi elbette. Derken patikadan İmam olduğu takkesinden, adım atışından, başını yere eğip dualar mırıldanmasından anlaşılan genç bir adam göründü. Selamlaştılar. İmam, suyla eyleştikten sonra geriye doğru sıçrayıp “aman” dedi “doğruymuş, buraya da yazmışlar”. Hacı Amca, pek anlamamıştı ama Hoca efendinin bir bildiği var diyerek yazıyı okudu. Yazıdan çok genç İmamın şaşkınlığına aptallaşmıştı.

-Yahu bu Zagor denilen Tomikis Teksas deel mi

İmam, ellerini karnına bağlayarak

-Allahın hikmeti işte.. Kâğıttaki sureti ete kemiğe büründürüp Kara Ormana indirecekmiş

“Nasıl?” diye soruverdi Hacı Amca. İmam anlatmaya başladı ama Allah günah yazmasın adamın burnundaki kırmızılık o kadar ilgisini çekti ki ne dedi nasıl dedi işin ucunu kaçırıverdi. Hem Güzel Allahımın ne yapacağına kimin aklı erer ki…Ben buradayım da Hoca Efendinin anlattıklarından kıt aklımda kalanları size aktarabileceğim. Bu gece ucundan azıcık anlatacağım hikaye aynen şöyledir:

Zagor, o kadar iyiydi ve o kadar doğrudan yanaydı ki bir gün herkesin çok sevdiği bir din âliminin göz bebeğinde beliriverdi. Üstelik o din alimi hayatı boyunca işe yaramaz saydığından tek bir çizgi roman okumamıştı. Önce gözleri kaşındı, damlalar, merhemler fayda etmedi. Arpacık dediler, göz tansiyonu dediler yine fayda etmedi, hele bir keresinde Eskişehirli bir doktor gözüne bakmış ve “Zagor” diye bağırarak bayılmıştı. Hastalığını soranlara gözüme Zagor bulaşmış diyordu.

Pazar, Mayıs 07, 2006

Zagor Göğe Yükselirse (1)

Herkesin kıkırdamak istediği şu zalim dünyada anlatacağım hikâyenin ciddiye alınmayacağından eminim. Size yemin ederim ki hemen her şey anlatacağım gibi yaşanmıştır.

Bundan birkaç yıl öncesinden söz edeceğim, Karaorman kasabasına birkaç kilometre uzaktaki Öğretmen okulunda öğrenci olan Ayhan adlı bir genç vardı. Gerçi söylenenlere bakılırsa ne sınıfında ne de yatılı okuduğu için yatakhanesinde Ayhan’a “Ayhan” denmiyor, ısrarla ve eğlenerek Zavallı Ayhan” deniyordu. Alt sınıflarda okuyan okula yeni kayıt olmuş bebeler bile kantinde, bahçede, koridorda rastladıkları Ayhan’a uzaktan seslenip “Nasılsın Zavallı Ayhan Abi” diye gülüşüp kaçıyorlardı. Zavallı Ayhan’ın kocaman bir burnu vardı, ucundaki allık herkesin ilgisini çekerdi. Burnuyla ilgili o kadar espriyle karşılaşmıştı ki üç ortalı çizgili defter doldurabilirdi. Sadece burnu büyük olsa yine iyi… Kulakları da kepçeydi. Burnuna kıyasla kulakları bir kat daha kırmızıydı. Zavallı Ayhan, kendisiyle alay edenlere kızıp “burnu büyük olanın pipisi de büyük olur” dediğinde bile çevresindekileri bir kat daha güldürüyordu. Aslına bakılırsa zavallılığı sadece fiziksel özelliklerinden kaynaklanmıyordu, özgüveni yoktu, bir türlü kendini doğru ifade edemiyor, telaşla yaptığı her konuşma hakkındaki gülme halesini besleyip duruyordu. Önceleri okuldan mezun olacağı-kurtulacağı günü düşünüp kendini rahatlatıyordu ama sonra yorulduğunu, bitap düştüğünü, katlanamadığını fark etti. Güçsüzdü, ne hatipliği vardı ne de olağanüstü bir yeteneği…Kimselerle kavga edecek cesareti de yoktu…Bir keresinde kendinden yaşça küçük bir çocuğu dövmeye niyetlenmişti ama tek yumrukta gözü kararan yine o olmuştu.

Bir sabah herkes uyurken yatakhaneden çıkarak, Karaormana doğru yürümeye başladı. Birileri pijamalarıyla titreyerek yaptığı yürüyüşü görseydi Zavallı Ayhan’a yine gülerdi, mutlaka laf atıp elindeki boya kovasıyla ilgili espriler yapardı. Zavallı Ayhan da bunları düşünüyor, kendine kendine söylenerek küfrediyordu. Karaorman’a inen patikanın başında, çeşmenin hemen karşısında durdu. Fırçayı boya kovasına daldırıp günlerce konuşulacak olan o cümleyi yazdı: “Zagor, Hıdırellez’de göğe yükselecek

Size anlatacağım hikâye de çeşmenin duvarına yazılan bu cümleyle başladı.

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

Hem Komünist Hem Mason...

[29 Nisan 2006 tarihli Sabah gazetesinden Yasemin Taşkın imzalı haber, tam metin] Küçük sevimli mavi yaratıkların yaşamını ve kötü kalpli Gargamel'le olan mücadelesini anlatan çizgi film klasiği "Şirinler" 1958'de Belçikalı çizer Peyo Cullifors tarafından çizgi roman yapıldı. Şirinler yıllarca komünizm propagandası yapmakla suçlanmıştı. Şimdi ise İtalyan araştırmacı Antonio Soro karakterlerin ve hikayenin arkasında bir Mason locası olduğunu söylüyor. Soro, "Şirinler, gerçek bilgi ve masonluk" adlı kitabında her bir mavi şirinler yaratığının gnostik (tanrının sırrını bilgi temelinde arayan felsefik akım) karakterinde en gizli mason localarından birini sakladığını yazdı. Şirin baba karakteri de bu mason locasının Büyük Üstadı... Şirinler'in renklerinin de masonik bir yorumu var: Mavi gnostik ekolde gizemli Tanrı'nın çocuklarını, beyaz saflığa özlemi, Şirin Baba'nın kırmızı külahı da ruhun ateşini simgeliyor. Erkek şirin sayısının 99 olması masonluğun kademelerini temsil ediyor. Gargamel, loca dışında masonların sırlarını öğrenmeye çalışan, Şirine ise "ilahi uyumu" yıkan dişi öğe.

link

Geçmiş Zaman Olur ki...

Türkiye'nin en iyi çizgi romanları

Herkes en iyileri sorar, meraktır. En iyiler konuşulur, en iyiler satılır. Belki de sırf bu yüzden her işin maganizel ağırlığı da düşünülerek en iyileri seçilir. Biz de (…) en iyi şudur demiyoruz veya birilerini listeye almayarak farklı niyetler taşimıyoruz. Amacımız bir çesit arşiv oluşturmak ve yıllar sonra araştıracaklara inceleyeceklere bir çesit kılavuzluk yapmak. Ne demeli? Niyetimiz kimseyi kırmak değildir.

ªKARAOĞLAN (Suat YALAZ)... Asya Kaplanı veya Kul Bakay’ın Mezarı ªİlban ERTEM... Milli Piyango ªSuat GÖNÜLAY... Deli İbrahim’in Hazineleri veya Baltalar Elimizde ªGalip TEKİN... El-Baraka-Shanna ile Ziva-Dönüş ªNecdet ŞEN... Bacı ªTARKAN (Sezgin BURAK)... Gümüş Eyer ªSuavi SUALP - İsmail GÜLGEÇ... Gündüz İnsan Gece Hırt ªVasfi MAKSU... Yüz Yıl Uyuyan Adam ªSarkis PAÇACI - Ergün GÜNDÜZ... Alo Anne ªYalçın DİDMAN... Aynalı Teke ªABDÜLCANBAZ (Turhan SELÇUK)... Bir Köpeğin Hatıraları ªRatip Tahir BURAK... Barbaroslar ªİsmail GÜLGEÇ... İnce Memed ªGerçek Hayat Hikayeleri (Faruk GEÇ)... Love Story ªBülent ARABACIOĞLU... En Kahraman Rıdvan, !?!? ªNuri KURTCEBE... Boyut Farkı ..........


[Koloni, 1993, Sayı:2]

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Teksas Tomikis ve ders çalışmak...

Cantek derginin yeni sayısında (Yeni Serüven 8) Türk solunun Teksas-Tommiks'e bakışı hakkında bir yazı olacağını müjdelemiş aşağılardaki haberinde...


Aynı gün (1 Mayıs Pazartesi) Radikal gazetesinin arka sayfasında çizen Emre Ulaş güzel bir karikatür ile bir türlü kopamadığımız, ama neredeyse her zaman çeşitli bahanelerle zararlı görülen/gösterilen Teksas Tommiks hakında hoş bir karikatür yayınladı.

Paylaşmak istedim.

ps: Bu arada aynı gün Neşe Düzel, Yrd. Doç. Dr. Uğur Dolgun ile bir röportaj yapmış, denetim / gözetim toplumu üzerine... Dolgun ABD gizli servislerinin tüm dinleme, gözetleme olanaklarına rağmen Bin Ladin'i bulamamaları hakkındaki soruyu şöyle yanıtlıyor:

"Bulamamak mümkün değil. Bulmak istemiyorlar. Red Kit her defasında Daltonları yakalar ama hiç öldürmez. Çünkü sonraki maceralarda Daltonlara ihtiyacı vardır. Bugünkü güvenlik sistemin, istihbarat servislerinin devamlılığı sağlamak için hep düşmanlara ihtiyaç var. Eğer Bin Ladin güvercinlerle haberleşmiyorsa yerini her zaman bulmak mümkün. Uydular dünyayı izleyen gözler, kulaklar oldu artık."

Yazının tamamı için http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=186027

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

Çiko, Cisco Kid…


Sağolsun Fatih (Okta). Ferri’nin Çiko tiplemesini yaratırken kendisine ilham aldığı tiplemelerin resimlerini göndermiş. İlki Jose Luis Salinas’ın, Cisco Kid’deki yardımcı karakter Pancho ikincisi de Gamba’nın il Piccolo Sceriffo’sından Piggie. Kendi adıma ikincisini bilmiyordum. Cisco Kid ise çizgilerine bayıldığım bir banttır. Bugün Amerika’da dahi albümleri bulunmuyor, epey arkadaşa aratmışımdır. Türkiye’de sanıyorum ilk kez Akın gazetesinde 1952 yılında yayınlandı, sonraları Milliyet gazetesinde yirmi yılı aşkın tefrika edilmiştir.

İtalyanlar görebildiğim kadarıyla tarzlarını tanımlamak için “Latin çizgisinden” bahsediyorlar, eğer böyle ifade kullanılıyorsa Salinas bu ifadenin mutlak sembollerindendir. Şimdilerde kolaylıkla tüketilen sözler ama Salinas çizgisi için dinamik, hareketli, canlı dense çok da abartılı olmaz. Garip gelecek biliyorum ama bırakın Panço’yu Salinas’ın pantolon-jean çizimleri bile Ferri’yi açıkça etkilemiştir.