Cuma, Haziran 30, 2006

Kamui

(...) Kamui’nin öncelikli amacı hayatta kalmadır; Shirato’nun evreninde, varlık herşeyden önce gelir. Balıkçı kasabasındaki köylüler bütün günlerini balık yakalayıp temizlemekle geçirken; köpek balıkları bir kasabanın çevresindeki suları istila ettiğinde endişe edilen şey yüzücülerin güvenliği değil geçimdir. Bunun yanında, balıkçı Hanbei yerel yöneticinin atı Ichijiro’nun “sihirli” beyaz toynağını kestiğinde, bunu ne kötülükten ne de zorbalıktan yapmıştır. Toynak oyunu cazip kılar ve Ichijiro onda kıtlık zamanında bile ailesini besleyeceği garanti olan mükemmel balık yemini yapması için ham madde görür. Bundan başka bir neden aklına gelmez. Shirato her bölümü açan sahnelerde bu düşüncenin altını çizer, mürekkep balığıyla karınlarını doyuran kuşlardan avlayan ya da avlanan şahine kadar, her zaman hayatta kalmaya ait temel imgeleri resmeder (...) [Son sayıdaki Kamui yazısından].

Kayı

Arkadaşımız Kayıhan Fırat'n Karikatürcüler Derneği Yayınları-Nasreddin Hoca'nın Torunları dizisinden "Kayı" adlı albümü çıktı. Kayı, Serüven'de Sıhhatli Muhalif Takvimi köşesine vinyetler çiziyordu.

Perşembe, Haziran 29, 2006

Mike Friedrich


(...) Star*Reach, fan market’a yönelik ilk ticarî denemeydi. Witzend’in başlattığı işi bir adım daha öteye götürmeye karar veren Mike Friedrich, Star*Reach Productions’ı kurdu. Friedrich, 1972’lerde, New York dışında yaşayan ender Çizgi Roman’cılardan biriydi. Çizgi Roman sektörünün kalbi New York olduğundan, olaylara daha bir dışarıdan bakabiliyordu. Aynı yıllarda, Çizgi Roman sektöründe büyük başarı elde etmiş olan bir diğer yazar-çizer, Jim Steranko, kendi yayınevini (Supergraphics’i) kuruyordu. Ayrıca “underground” sektörü de en iyi dönemlerini yaşıyordu. “Diğer bazı profesyonellerle konuştum. Bu alanda büyük bir eksiklik yaşandığını ve bunu kapatmanın mümkün olabileceğini gördüm. Sendikal dağıtım ağları dışında olmakla beraber, yeteri kadar geniş bir dağıtım olanağı sunan Bud Plant gibi küçük çaplı dağıtım şirketleriyle çalışmaya karar verdim” diyor Friedrich.

Star*Reach #1 siyah-beyaz bir dergi olarak 1974’de pisaya sürüldü. Ön kapakta Howard Chaykin, arka kapaktaysa Jim Starlin’in çizgileri vardı. Ancak 3. baskıda Starlin ön kapağa yerleşti. “Star*Reach ilk etapta underground’larla karıştırıldı. Ama underground market’a yönelik bir dergi değildi. Daha çok “mainstream” çalışmalara ağırlık veriyordum” diyor Friedrich. Sonuçta, kendi ürünlerini “ground-level”, DC ve Marvel’inkileriyse “above-ground” olarak nitelemeye karar verdi ve Star*Reach Productions’ın promosyonunu da bu ayrımı gözeterek yaptı. Günümüzde bu tür ayrımlar artık gözetilmiyor. Underground olayı neredeyse tamamen ortadan kalktı, mainstream yayıncılarsa 10-20 sene önce asla basmayacakları türde Çizgi Roman’ları basmakta herhangi bir sakınca görmüyorlar.

Star*Reach, “direct sale” olup da renkli içeriğe sahip ilk dergiydi. #12-15 bu şekilde yarı renkli yarı siyah-beyaz yayınlandı. #15’den sonra dergi “magazine” boyutlarına geçti. Friedrich’in en büyük hatası, günümüzün en iyi satan direct sale dergilerinden olan Cerebus ve Elfquest’i yayınlamayı reddetmesiydi. (Her ikisi de daha sonra yaratıcıları tarafından yayınlanacaktı.) 1979’da, parasal sebeplerden dolayı, Friedrich yayıncılıktan çekilmek zorunda kaldı.

Gene de, bu alandaki tecrübesini kullanarak, Marvel’in direct sales dergilerinin oluşumunda rol oynadı. Hatta editör Jim Shooter’la beraber “graphic novel” formatını ortaya koydu. Aynı zamanda, çeşitli profesyonellerle olan ilişkileri sonucu, alanında ilk olan “Çizgi Roman ajansı”nı oluşturdu. 1983’de Marvel’den ayrılarak Star*Reach Productions’ı eserlerinin doğru kullanımını kontrol etmek isteyen profesyonellerin hizmetine sundu. Günümüzde Çizgi Roman sektörüne kârlı bir yatırım olarak bakan birçok yayınevi var ve bu görüşün oluşumunda Friedrich’in rolü büyük. (...) [Kosta Ceran]

Çarşamba, Haziran 28, 2006

Ragıp Derin

Geçen Ragıp abi geldi, eskileri andık...Ragıp Derin, dönemin Babıali ressamları içinde en yoğun çalışanlarından...Tek bir türe sabit kalmadan, çizgi romandan kitap kapağına pek çok işe imzasını atan sanatçı son yıllarda ağırlık olarak ünite dergilerine vinyetler çizip, çocuklar için yayımlanan hikaye kitaplarını resimliyor ama gönlünde en büyük aşkı olan çizgi roman yatıyor hala...Yenigün, Dünya, Hürriyet, Kelebek, Güneş, Günaydın, Tan, Türkiye, Tercüman, Sabah gibi gazetelerde ve Çarşaf, Çivi, Atmaca, Ustura ve Türkiye Çocuk dergilerinde binlerce sayfa çizgi roman çizen Derin, Şenol Kirpikçioğlu'nun Almanya'daki ajansı APS aracılığıyla da Almanya, İngiltere ve İspanya piyasalarına da çalışmıştı.

Nihat Bali

Çizgi roman üreticileri kolay unutuluyorlar. Bir dönemin popüler isimleri, konuşulan çalışmaları bugün hatırlanmıyor bile. Değil haklarında iki satır yoruma-malumata üreticilerinin tek kare resmine rastlayamıyorsunuz aradığınızda. Nihat Bali, Ellili yılların tartışmasız en popüler çizerlerinden biri. İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ı karikatürize eden Küçük Vali adlı bir bant hazırlıyor. Şöyle söylenebilir, dönem içerisinde en çok bilinen, en çok okunan gazete bantı sanıyorum Küçük Vali’dir. Gökay’ın Bakan olmasının ardından dizinin adı Küçük Bakan olarak değişmiştir. İşte Küçük Vali, İşte Nihat Bali sloganıyla sunulan bantın başlangıcında neşredilmiş bir fotoğraf. Fotoğraf ile çizgiyi bir arada kullanarak yapılan espri o yıllar için yenilikçidir, onu da hatırlatayım.

Salı, Haziran 27, 2006

Scott McCloud Röportajları

Understanding Comics ve onun devamı niteliğindeki kitabı Reinventing Comics ile tanıdığımız Scott McCloud'un yanda kapağını gördüğünüz yeni kitabı Making Comics Eylül ayında raflardaki yerini alacak.

Aşağıda çizgi roman üzerine kafa yoran bu çizerle yapılmış iki yeni röportajı bulabilirsiniz:

Pazar, Haziran 25, 2006

Zor ama zevkliydi...

Resim 33 küsur yıllık bir ilanın orijinali. Şimdi basit bir bilgisayarda sıradan bir grafik programıyla beş on dakikada çıkarabileceğiniz bir iş o dönemde saatler alırdı. Yazı işleri size ölçüyü verir, falanca sütuna filanca santim. Siz elinizdeki kullanmanız gereken resmi kamera denilen servise ölçülerini yazıp gönderir ve oradan kart olarak gelmesini beklersiniz. Kart dediğimiz de proof diye de adlandırılan ince fotoğraf kağıdına baskı. Servisin yoğunluğuna göre yirmi dakikayla iki saat arasında gelir, siz de bu arada Letraset denilen bir çeşit çıkartma ile pikaj kartonuna - pikaj kartonu da film çekilirken kameranın mavi rengi görmemesinden yola çıkılarak gazete sütunlarının kullanma planı yapılmış sayfa plan kartonu - harf harf yazınızı yazarsınız. Bu arada kullandığınız Letraset'te diyelim " P " harfi bitti, " B" nin altını kazıyarak " P " üretip bi şekilde o işlemi de bitirirsiniz. Bunda yaratıcılığınız sonu yoktur. Mesela " M " bittiyse genellikle " W " ters çevrilir. Eğer yazılacak metin kısaysa Letraset hayat kurtarır ama uzunsa çaresiz dizgi servisine gönderirsiniz. O servis zaten hep yoğundur. Üstelik çıkışlar da gene Kamera denilen servisten gelir. Aynı yazıyı değişik puntolarda gönderme şansınız pek yoktur. O yüzden yazının ölçüsünü filan çok iyi planlamanız gerekir. Neyse, kameradan resimler ve yazılar gelir, siz bu çıkışları mum makinası denilen silindirlerinden sıcak balmumu geçiren basit bir makinadan geçirirsiniz. Amaç kullanacağınız o kartların arkasını yapışkan hale getirmektir. Şimdi pritt yapışkanla saniyede yapabileceğiniz bir işlem . Tabii makina balmumunu bazen istenilenden fazla sürdüğü için kartın kalınlığı bir milimken birden dört beş milime yükselebilir. Kretuarınız'la mumun fazlasını alıp pikaj işlemine geçersiniz. " Pikaj " dediğim kesip biçerek grafiği tamamlama işlemi...İş bittiğinde direk filme gider. Bu arada da zaman aleyhinize işlemeye devam etmektedir çünkü gazetenin sayfalarını bağlamak için akşam belli bir saatte bütün işlemlerin bitmiş olması gerekmektedir. Neyse iş biter ve ana pikaj sayfasındaki yerini alır. Siz bir " oh " çekip çay söyleme niyetine girersiniz ama yazı işlerinin ofis boyu servisten içeri girerek " Ölçü değişti abicim " gibi birşeyler söyler. Sizin diyelim ki beş sütuna göre yaptığınız iş şimdi üç sütuna göre istenmektedir. Elinizdeki büyük ilana göre malzemeyle küçük ilanı çıkartmaya çalışırsınız. Yukarıdaki resimde de tersi bir durum var. Küçük ilan büyümüş. Bu yüzden arkadaki Romalı asker birken üç olmuş. O üç asker aslında aynı askerin kartta üçe çıkmış hali...Tabii bu arada diğer işlerin de bitmesi gerekmektedir. Elinizdeki fotoroman mizanpajından dünkü bulmacanın bugünkü çözümünün kaligrafisine, kupondan yabancı bir dergiden alınmış fotoğrafın üzerindeki yazıların guaj boyayla rötujlanarak yok edilmesine kadar bi dolu işi de çıkartmaya çalışırsınız...Sonra acayip gerilimli geçen bi on saatten sonra servis şefiniz aslında ne kadar şanslı olduğunuzu ve atmışlı yıllarda kretuar ( Falçata ) filan olmadığını, o işi jiletleri ortadan kırarak kalın karton parçalarına yerleştirerek yaptığını filan anlatır.
Ne güzeldi yahu...

Yeni Uyarlama Haberleri


Seneler içinde üç büyük stüdyo (Fox, Universal, Paramount) ve üç ünlü yönetmen (Terry Gilliam, Darren Aronofsky, Paul Greengrass) eskiten ve artık uyarlanamaz damgası konulan, Alan Moore ve Dave Gibbons'ın ünlü grafik romanı Watchmen yeni bir yönetmen daha buldu. Warner Bros'dan gelen haberlere göre bu zor işe el atacak kişi Dawn of the Dead'in yeniden çevrimiyle adını duyuran ve şimdilerde bir başka çizgi roman uyarlaması, Frank Miller'ın 300'ünü beyaz perdeye taşıyan Zach Synder. Son gelen haber ise senarist olarak Alex Tse ile anlaşıldığı yönünde.


Michael Chabon'a Pulitzer ödülü kazandıran romanı 'The Amazing Adventures of Kavalier and Clay' de beyazperde yolunda olan romanlardan biri. 1930 yıllardan başlayarak Joe Kavalier ve Sammy Clay adlı iki kuzenin New York'da geçen hayatlarının, birlikte çizgi roman yapma serüvenlerinin anlatıldığı romanı Stephen Daldry(Billy Elliot, The Hours) çekecek. Michael Chabon'un kendi web sayfasında yaptığı açıklamaya göre kitaptaki Rosa rolü için en güçlü aday Natalie Portman.

Link


Son uyarlama haberimiz ise Asyalı bir yönetmen ile ilgili. 2003 yılında çektiği 'Memories of Murder' ile dikkatleri üzerine çeken Bong Joon-Ho, bu filmde Güney Kore'nin ilk seri katilini ele almıştı. 1986 yılında taşrada gerçekleşen cinayetleri kendine has kara mizahıyla anlatırken aynı zamanda ortaya muhteşem bir dönem filmi çıkarmıştı. Yönetmen, filmin senaryosunu oluştururken kendine tanıdık bir ismi ve bir grafik romanı, Alan Moore'u ve onun Karındeşen Jack destanı From Hell'i örnek aldığını açıklamıştı. Şu anda The Host adında bir yaratık filmi üzerinde çalışan Bong Joon-Ho verdiği bir röportajda gelecek projelerinden birinin Jean-Marc Rochette ve Jacques Loeb'in Le Transperceneige adlı çizgi romanın uyarlaması olabileceğini açıklamış.

ÇR

Çizgi Roman’ın nasıl yazıldığıyla ilgili bir yazı yazmıştım. Hakan’la da konuşmuştuk. Bir süredir koloni fanzininden iktibaslar yapıyoruz. O alıntıları okurken fark ettim-hatırladım. Doksanlı yılların başında nasıl şimdi -bitişik olarak- çizgiroman yazmak modaysa o zaman da büyük harfle ÇR yazmak bir modaydı. O isimle fanzinler çıktı, Sarkis Paçacı söylemişti, Rr (Resimli Roman) dergisine de ilham olmuş bu kullanım. Yazma pratiğiyle ilgili bir kolaylık gibi gelmesin, romantik ifadeler o zaman da kullanılıyordu. Bu roman değil, ÇR denmeli diyenler hatırlıyorum. Bizim Kosta [Ceran], cümlenin neresinde geçerse geçsin ilk harfleri daima büyük yazardı: Çizgi Roman.

Canım, Dünya Değişti…

Hayatın nasıl değiştiğini gösteren Bezgin Bekir'li bir reklâmla karşılaştım. Yorum yapmayacağım. LeMan arşivinde bu tür reklâmların sayısız defa olumsuzlandığını hatırlatmaya, politik ve vicdani çığlıklar atıldığını belirtmeye de gerek yok aslında. Hakikaten yok… Hayat değişti deyip geçelim, konuşmayalım…

Cumartesi, Haziran 24, 2006

Kaç kahraman var?..


Serüven dergisinin son sayısı yayınlandı. Katkısı olan arkadaşların ellerine sağlık. Gelecek sayılar için hazırlıklara da başlanıldı.
Bu arada her sayının kapağında olduğu gibi bu sayının kapağında da bir hınzırlık var.
Sağda kapağın ilk taslağı var. Solda ise (çok koyu olmakla birlikte) kapağın basılı hali.
Şimdi kapağa dikkatlice bir daha bakın ve söyleyin soldaki kapakta kaç tane kahraman var?

Cuma, Haziran 23, 2006

İspanyol Çizgi Romanı Hakkında...

(...) 75'lere geldiğimizde sansürsüz ÇR dergilerinin de yayımlanmaya başladığını görürüz. Bunlar arasında 10 yıl süresince tutarlı bir yayın gerçekleştirebilen tek dergi olan TOTEM'in ayrı bir yeri var. Çünkü ilk defa olarak İspanyol okuyucular, bu dergi aracılığıyla daha önceleri yasaklanmış olduğundan yayımlanmayan birçok ünlü Avrupa ÇR'ıyla tanışma fırsatını elde ettiler. Daha sonraki yıllarda TOTEM dahil bir sürü dergi değişik stiller, tarzlar denedi. Bazıları Bilim-Kurgu'ya, bazıları erotizm veya şiddete yöneldi. Ama hiçbiri kalıcı bir yer edinemedi.

Bu yıllar süresince yayımlanan dergilerin İspanyol ÇR'ına belki de tek katkısı, arada sırada yayınladıkları ve bu ülke ÇR'cılığının klasik eserleri arasına giren Jordi Bernet-Antonio Segura'nın Kraken, Jose Maria Bea'nın Samanyolu Meyhanesinin Hikayesi; Alfonso Font'un Sonsuz Bir Geleceğin Hikayesi; Carlos Gimenez'in Koolan; Luis Garcia’nın Nova-Z adlı çalışmaları oldu. İlki METROPOL; diğer ikisi 1984 ve COMIX INTERNACIONAL; son ikisiyse TOTEM'de yayımlanan bu hikayelerin dışında kalanlar belirli bir düzeyi aşamayan çalışmalar olarak kısıtlı bir ilgi uyandırmanın ötesine gidemedi.

İspanyol çizerlerin konu sıkıntısı çektiği 80'li yılların başlarında, ÇR piyasası gerçek bir devrim yaşadı. Aniden yayımlanmaya başlayan ve kısa sürede piyasanın %40'ını elde etmeyi başaran Amerikan "Super-Hero"ları sadece İspanya'da değil, diğer Avrupa ülkeleri ve hatta anavatanları Amerika'ya da yeni bir soluk getirdiler.

Aynı dönemde tekrar yayıma başlayan iki eski ÇR dergisi, MAS MADERA ve EL CAPITAN TRUENO, öldüğü sanılan TeBeO'ları (çağa uydurduktan sonra) dirilttiler. Son dönem başarılı İspanyol çizerlerinden olan Espinosa, Sempere, Padu vb. bu dergiler aracılığıyla okuyucularla temas kurdular.

Ancak bu dönemde ortaya çıkan acı bir gerçek de var. Sürekli olarak yeni dergilerin türediği İspanyol ÇR piyasasında varolduğu sanılan gelişme, aslında yoktu. Bütün bu dergileri satın alan hep aynı okuyuculardı ve belli bir noktadan sonra ekonomik sıkıntılar sebebiyle her birinin alım gücü bir veya iki dergiyle sınırlanacaktı. Nitekim kısa bir süre sonra bütün bir ÇR piyasası krize girdi.

Hâlâ süren bu krize rağmen kapanan her derginin yerini bir yenisi alıyor; Manfred Sommer, Enrique Abuli, Horacio Altuna, Carlos Sampayo gibi birçok sanatçının eserleri hemen Fransa, İngiltere, Hollanda, İtalya, Almanya, Portekiz, İsveç, Norveç gibi ülkelerde yayımlanarak ilgi görüyor. Ancak İspanyol yaratıcılar yaşamlarını sürdürebilmek için reklâmcılık gibi farklı alanlara da yönelmek zorunda kalıyor, hatta bazıları ÇR'dan temelli uzaklaşıyor.

Yayınlanan yabancı çizgi romanların getirdiği rekabet duygusu da beraberinde yeni arayışlar getirdi. Barcelona ÇR festivali ve ÇR yarışmaları hep yeni isimler arayışının araçlarıydı (...).

[Yazı, Koloni fanzini için 1994 yılında Levent Cantek-Kosta Ceran tarafından yazılmıştır]

Perşembe, Haziran 22, 2006

Wallace Wood

Haziran 1967 tarihli Mad dergisinin 112. sayısında, okuyucu sayfasında şöyle bir mektup yeralıyordu: “Wally Wood’un yeni dergisi Witzend’den haberiniz var mı? Dünyanın en iyi çizerlerinden birkaçı bu dergide. Ve de $1.00 gibi inanılmaz yüksek bir fiyatla satılıyor! —Wallace Wood.” Reklam için garip bir yol belki ama, o yıllarda bu tür dergileri duyurmanın başka bir yolu da yoktu. Üstelik dergi gerçekten de çok pahalıydı. (O dönemde Çizgi Roman dergilerinin fiyatı 12¢ civarlarındaydı.)

Wood 1981’de öldü. 60’lı yıllarda (ve genç yaşta) en çok aranan çizerlerden olan biri için erken bir ölüm. Ama Witzend, Wood’un asistanı Bill Pearson sayesinde yayınına devam etti. “Woody; eğer her çizer en iyi çizgisini verirse, o zaman dergi tutulur diye düşünüyordu. Aşırı iyi niyetli bir fikirdi, çünkü derginin dağıtımı sıfırdı. Geçenlerin görmesi için koyabileceğimiz bir yerimiz yoktu. Ve ne de satabileceğimiz... Derginin yaşayabilmesi için abonelere ihtiyacı vardı. Mad’deki gibi küçük ilanların her biriyse dergiye 50 kadar abone sağlıyordu. Zor oldu ama sonuçta 3.000 kişilik bir abone listesi oluşturabildik” diyor Pearson.

Dergi, Dan Adkins’in bir fikrine dayanıyordu. Adkins, 1966’da, Wood’un asistanlığını yaparken bir “fanzine” çıkarma fikrinden bahsetmişti ve böylece ikisi, ilgilenebilecek yayıncılara göstermek üzere kaba bir taslak hazırlayarak işe koyulmuşlardı. Sınırlı baskıya sahip dergiler o döneme dek hep fan’larca hazırlanırdı. Hepsi de o dönemin sendikal devleri olan Marvel ve/veya DC yayınevlerinin karakterleri hakkında yazıp çizmek isteyenlerin uğraştığı projelerdi. Witzend, profesyonellerce hazırlanıp yayınlanan ilk fanzine’lerdendi. Çoğunlukla diğer fanzine’lerde reklame edilen Witzend’in ilk sayısı ‘66 yazında çıktı. Wallace Wood, Al Williamson ve Frank Frazetta’nın çizgilerini içeriyordu. “Çalışmaları yayınlananlar bu iş için para almadılar” diyor Pearson. “Onlar için önemli olan çalışmalarının yayın haklarına sahip olabilmeleriydi. O ilk sayılardaki “copyright” satırlarına bakıyorum da, 18 puntoyla basmışız. Herkesin görmesini istiyorduk. O zamanlar yayın haklarını yaratıcılarıyla paylaşma olayı yoktu.

İlk sayı iki baskı yaparak 3.000 adede ulaştı. Witzend #7 (1970) 6.000 adet bastı. “Para kazanma olayı değildi” diyor ve ekliyor Pearson: “Periyodik olarak yayınlayamayacağımız ortaya çıkınca, aboneliği kaldırmak zorunda kaldık.” İlk 17 yılda 12 sayı çıkabildi Witzend. Ama her bir sayı “collector’s item” oldu. Comics Code Authority’nin sansürüne alışkın olan o dönem fan’lar için Witzend bambaşka bir dünyaydı. Kadınlar çıplak dolaşıyor, etrafı kan götürüyordu.

Bütün bu anlatılanlar, Çizgi Roman sektöründeki bir devrimin habercisiydi. Witzend’in ardından Friedrich ve Star*Reach, Sim ve Cerebus, Pini’ler ve Elfquest geldi. “Orijinal çizgiler için büyük paralar ödeyen bir piyasa var bugün. Copyright’lar asıl gitmesi gerekenlere gidiyor. Bizim de yapmak istediğimiz buydu o dönemler” diye bitiriyor Pearson.

[12 yıl önce Kosta Ceran tarafından Koloni fanzini için "Bağımsız Çizgi Roman’ların Kökleri" başlıklı
yazılmış bir yazıdan bölüm]

Bu sayının ardından...

Bu sayı matbaaya giderken yine sorunlarla karşılaştık. Öncelikle dergiyi (tecrübesizlik, dağıtım şartlarının bağlayıcılığı vs nedenlerle) istediğimiz ölçüde dağıtamadığımız için satışlarımız düştü. Ardından Euro fırladı, kâğıt, kalıp, film dâhil her şeyin maliyeti yüzde yirmi beş arttı. Üstelik çizgi roman satışlarının düştüğü yaz aylarına giriyorduk. Kendi aramızda tartışarak bir çözüm yolu aramaya başladık. Ticaretten anlamayan bir avuç yarım akıllı olarak piyasada nasıl var olacağımıza dair epeyce kafa yorduk.

İlk yapabildiğimiz Serüven’in başlangıcından bu yana her sayısında verdiğimiz kılavuz ilavemizi kaldırmak oldu. Martin Mystére Sözlüğü olarak iki sayı süreceğini düşündüğümüz ve baskıya hazırladığımız ilaveden, yükselen maliyetler nedeniyle tam da basım aşamasında vazgeçmek zorunda kaldık.

[Martin Mystére Sözlüğü ve daha önce ilave olarak verdiğimiz kılavuzlarımızla ilgili yakın zamanda bir açıklama yapacağız.]

Ancak asıl yapılması gereken Serüven’in daha güçlü yaşamasını sağlayacak, ömrünü uzatacak yeni bir çözüm bulabilmekti. Serüven’in başlangıcından beri destek olan 14 arkadaş ortak hareket ederek yeni bir oluşumu hayata geçirmeye karar verdik. Derginin maddi giderlerini paylaşan, yeni bir projelere kaynak olabilecek bu yeni oluşum hakkında önümüzdeki günlerde açıklamalar yapacağız.

Dergide birkaç kusurumuz oldu, hep oluyor, devamlılık ve birikim adına hoş görünüze sığınıyoruz…

Serüven’in basım aşamasında bizim adımıza türlü zahmetlere giren Ahmet Sekendiz’e çok teşekkür ederiz.

Çarşamba, Haziran 21, 2006

Fatih Okta Serüven Yayın Kurulunda

Çizgileri, yorumları ve İtalyancadan yaptığı çevirileri ile tanınan arkadaşımız Fatih Okta, dergimizin bu sayısından itibaren Yayın Kurulu üyesi olarak aramıza katılmıştır. Hoşgeldin Fatih!

Serüven Genç Yazarlar Arıyor

Dergimize yazılarıyla katkıda bulunacak, özellikle yerli çizgi roman ile ilgili kütüphane taramaları da yapabilecek arkadaşlar arıyoruz.

bilgi@seruven.org


Salı, Haziran 20, 2006

Son sayımızın kapağı...

Son sayımızın kapak çizeri Mahmud A. Asrar...

Yaz Sayımız Çıktı

- Alan Moore röportajı
- V for Vendetta'yı Konuşmak, Barış Aksoy, Can T. Yalçınkaya, Murat Altun
- Kovboy Çizgi Romanlarında Fantastik Eğilimler, Orhan Berent
- Neler Çektik Biz Şu Teksas Tommiks'ten
- Zoraki Casus: Max Friedman, Tanyel Ali Mutlu
- Murad Gümen Röportajı, Can T. Yalçınkaya
- Enki Bilal'in Başına Gelenler, Linda Stark
- Sandık İçi, Münir Alati
- Çoban Çantası, Burcu Yılmaz
- "O Sanbahar Güzel Sanatları Kazanmasaydım" , Derya Sayın
- Viski Şapka Tabanca, Gökhan Demirkol
-Yazısız Hikâye, Esin Bayraktar
- Grafik Roman Manifestosu, Eddie Campbell
- Çr nedir?, Roger Sabin
- Jack Davis Röportajı
- Kamui Efsanesi, Bill Randall
- Çizgi Romanda Madde Bağımlılığı, Simge Kırcan
- Çizgi Roman Yazmak Ne Menem Bir İştir, Özgür Kurtuluş
- Çatı , Yazan: Serdar Kökçeoğlu Çizen: Murat Gürdal Akkoç
- Küçük Serüven Sözlüğü-3
- Değinmeler

[İçerikle ilgili açıklamalar sitemizden ve yine buradan duyurulacaktır]

Pazartesi, Haziran 19, 2006

Yeni Bir Blog Sayfası

Serüven ile ilgili yeni bir blog sayfası açtık. Meraklısına...
link

Cumartesi, Haziran 17, 2006

Vampirler Hakkında Doğru-Yanlış Testi

1- Vampir efsanesi geçen yüzyılda Romanya’nın Transilvanya bölgesinde doğmuştur
2- Vampirler kurbanlarının boyunlarından emdikleri kanla yaşarlar
3- Vampirlere karşı sarımsak etkilidir
4- Vampirlerden haç gösterip kaçabilirsiniz
5- Vampirler ancak kalplerine çakılan sivri bir kazıkla öldürülebilirler
6- Vampirin kanı kurbanına bulaştığı zaman o da Vampire dönüşür
7- Vampiri düğüm atmadan sımsıkı bağlayabilirsiniz
8- Vampirler aynada görünmezler
9- Vampirlerin rengi daima soluktur
10- Vampirler bir arada yaşmayı tercih ederler
11-Vampirler geceleri yarasaya dönüşürler

Cevaplar Yorum bölümünde

TRT-Disney İşbirliğinden Ne Çıkacak?

TRT, Walt Disney ile yayın ve üretime yönelik iki yıllık bir sözleşme imzalıyor. Buna göre önemli Disney filmlerinin yayın hakkı TRT’de olacağı gibi Disney, TRT ile ortak yapımlar üretecek. Başta Atatürk çizgi filmi olmak üzere çeşitli destan ve masalların üretilebileceği öngörülüyor. Konuyla ilgili çeşitli gazete haberlerinde Tarkan ve Karaoğlan çizgi film uyarlamaları da yapım önerileri arasında ismen yer almakta. Buna göre Disney, TRT’nin önereceği çeşitli hikâyeleri çizgi filme uyarlayacak. TRT-Disney ortaklık sözleşmesi 22 Haziran’da İstanbul’da imzalanacak. Öte yandan Disney’in Hindistan ve Çin’deki yapım stüdyolarında olduğu gibi düşük kalitede ürünler çıkaracağı, mevcut yerel üreticilerini desteklemeyen TRT’nin milyonlarca dolarlık dövizi dışarıya aktaracağı iddia ediliyor.

link
link2

çizgi filmciler derneği

Cuma, Haziran 16, 2006

BABALAR...


Babalar günü yaklaşırken, Epsilon yayınevi, Emre Ulaş'ın Radikal gazetesinde çizdiği "Babalar" köşesi dört ciltlik bir seri olarak yayınlandı.
Ay anne bi daha anlatsana... Babamı nasıl kaçırdın!?
Anası babası evlenmemize karşıydı... Baktım bu da yan çizmeye başladı... Bi gece attım çuvalın içine. Doğru nikah memurunaa!
Her biri 6.5 YTL fiyatla satılan seriye Epsilon Yayınevi'nin internet sitesinden de ulaşmak mümkün.

Perşembe, Haziran 15, 2006

Şenol Kirpikçioğlu'nu Kaybettik

Yetmişli yıllarda pek çok yerli çizgi romancının yurt dışına çıkmasını
sağlayan, özellikle Almanya'da çalışmalarının yayınlanmasına aracılık eden çizer Şenol Kirpikçioğlu vefat etti. Kirpikçioğlu ailesine ve dostlarına başsağlığı dileriz.

Çarşamba, Haziran 14, 2006

Demişlerdi (2)...

Biz çizgi romana gereken önemi verdik. Evvela kapağını kuşe yaptık, iyi ressamlara çizdirdik, içeriğine önem verdik. Dili iyi, akıcı bir Türkçeye dönüştürdük. Sayfa adedini artırdık (Sezen Yalçıner-Yayıncı).

İki sene boyunca Kinova’yı ben çizdim. Türkiye’de bir kişi bile bunu anlamadı (Samim Utkun-Çizer).

Uluslararası yarışta depar çizgisindeki yerimiz çok gerilerde ama buna da şükür. Yetenek açısından bizi cebinden çıkaracak kim bilir kaç kişi şu anda Kalküta’da otomobil tekerleği boyuyordur ya da Bangladeş’te çömlekler üstüne gül resmi çiziyordur (Suat Yalaz-Çizer).

Kayıp diziyi Ayhan Başoğlu resmetmişti

Dün yazdıklarıma, gazete ressamlarının önemine bir başka örnek vereceğim. Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanı televizyona uyarlanmış, ama ne olduysa olmuş Halit Refiğ’in yönetmenliğini yaptığı dizi sırra kadem basmış, kaybolmuştu. Dizi niye gösterime girmeden kaldırıldı, kim kaldırdı, dizinin kopyaları nerde bilinmiyordu. Seksenli yılların ilk yarısında dizinin akıbeti epeyce tartışılmış, gazetelerde geniş yer almıştı. Sonraları dizi bir özel kanal tarafından tekrar çekilince, o kayıp dizi TRT tarafından ortaya çıkarılmıştı. Yukarıda resim kayıp Yorgun Savaşçı dizisiyle ilgili yayınlar sırasında Milliyet Gazetesinde çıkmıştı. Resim Ayhan Başoğlu tarafından çizilmiş, kayıp dizinin fotoğraflarından faydalanarak hazırlandığı anlaşılıyor. Okuyucuya dizinin “ne olduğu” görsel olarak anlatılmak istenmiş. Elde film yok, fotoğraflar sınırlı, gazete ressamı devreye giriyor. İşin ilginci Başoğlu, Milliyet’in kadrosunda değildi. Bir ihtimal o yıllarda Kültür Bakanlığı için bir Atatürk çizgi romanı yapmıştı, oradan akla gelmiş olabilir. Başoğlu, diziyle ilgili tefrika sırasında epeyce illüstrasyon çizdi.

Salı, Haziran 13, 2006

Ratip Tahir'in Yassıada İzlenimleri

Matbaa tekniklerinin fotoğraf kullanımını güçleştirdiği-pahalı kıldığı dönemlerde gazete ressamları ve karikatüristler deyim yerindeyse altın çağlarını yaşadılar. Gazetelerin görselliğini onların maharetleri belirledi, yüksek meblağlarla bir gazeteden bir başkasına transfer oldular vs… Üstte Ratip Tahir Burak’ın Yassıada duruşmaları sırasında çizdiği bir resim görülüyor. Türkiye’de mahkeme salonlarında aksi belirtilmedikçe fotoğraf çekilebiliyor. Yassıada Duruşmaları sırasında fotoğraf ve görüntü yasağı olduğu için Ratip Tahir izlediklerini resmetmiş. Celal Bayar’ın avukatının yaptığı savunma tasvir edilmiş.

Aslına bakarsanız sadece Yassıada’da değil, dönemi için büyük merak uyandırmış pek çok dava sırasında çizilmiş pek çok resim ve karikatür var. Keşke birileri bununla uğraşsa, bu tür mahkeme resimlerini derlese toplasa diye hayıflanıyorum.

Pazartesi, Haziran 12, 2006

Yeni Fanzin !


Çapa Çizgiroman Grubu Sunar , Sayı 5 çıktı. 24 sayfa.+ kapak, siyah beyaz fotokopi fanzin gelecek haftaya dek satış noktalarına dağıtılmış olacak.
11Dağıtım noktaları :
İstanbul Büyülü Rüzgar (Kadıköy) /Komikçi Dükkanı (İstiklal, Beyoğlu) 40 Ambar (istiklal, Beyoğlu)Gerekli Şeyler (Teşvikiye)
Ankara Anares (Kızılay) Devri Alem (Tunalı)
İzmir Baykuş Home
Eskişehir Kitapçı Kitapçı

Demişlerdi...

Bulunabilecek en büyük, en basit ve en ilginç bileşimi kullanıyorum. Hayatun kendisine tuzu biberi olan güldürü unsurunu katıyorum. Çizdiğim her şey gerçeğin ta kendisi, hemen her evde yaşanan şeyler (Chic Young)

Bugün Amerikan çizgi romanının en önemli sorunu çok ucuz olmasıdır. Çok ucuza mal edilip çok ucuza satılması toplumda onları ne saygı uyandıracak ne de uyandırmayacak bir konuma getirdi (Walt Simonson).

Tanrıya şükürler olsun ki hiç kimse bana çizgi roman çizer, yazar ve yayıncılarının hatalarını sormuyor (Will Eisner)

Pazar, Haziran 11, 2006

12 Parmak ve Renk Körlüğü [Uderzo konuşuyor]

Doğduğum zaman 12 el parmağım varmış. Her elimde, ele bir deri parçasıyla bağlı fazla bir parmak. Bir aylıkken ameliyatla almışlar, elimde sadece küçük bir iz var. Bence bu kaderin işareti. Walt Disney’in karakterlerinde de 4 parmak olması beni hep eğlendirir.

[Hopdediksin pantolonun ne renk olduğu soruluyor,] Tabii ki mavi, çünkü gerçek renk körleri sadece yeşil ve kırmızıyı karıştırırlar. Annem bendeki bu garipliği, kırmızı otlar çizerken fark etmiş. Daha sonra gözüm terbiye oldu, fakat hâlâ bazı nüansları ayırmakta güçlük çekiyorum. Kızım da benim gibi.

Cumartesi, Haziran 10, 2006

Çizgi roman, Çizgiroman, Çizgi-roman...

Türkiye’de çizgi roman üç ayrı biçimde yazılıyor, bazıları araya tire (-) işareti koyuyor: Çizgi-roman diyor, özellikle İngilizcede kullanılan bir yazılım biçimidir bu. Kimileri de çizgi ile romanı birleştirerek yazıyor: Çizgiroman. Almancada da bu türden sözcük birleştirmeleri yapılır. Birleşik yazanların bir kısmı hayli de romantik ifadeler kullanıyor, böyle yazıyorum türünden meydan okuyucu çıkışlar yapıyorlar… Birkaç kez yazdım, sıfat tamlaması söz konusu olan bu sebeple ayrı yazılması gerekiyor. Türkçede bu biçimde tire (-) de kullanılmaz. Science-Fiction sanıyorum ilham vermiş çizgi ile roman arasına tire (-) koyanlara… Bunca zamandır da birleşik yazanlardan ya da tire (-) kullananlardan bir açıklama okumuş, görmüş değilim.

Elbette şunu kabul etmiyor değilim, dilediğiniz gibi yazarsınız, doğrusu-yanlışı yazanı bağlar. Çizgi roman dergilerinde, fanzinlerde daha çok birleşik yazılıyor. Ama orada da tutarlılık olmayabiliyor, dikkat edilmiyor sanıyorum. Büyülü Rüzgâr 44’te (Mayıs 2006) üç ayrı kullanım bir arada örneğin. İç kapakta dergi künyesinde Aylık çizgiroman dergisi yazıyor. Arka kapaktaki İlyas’ın kitabevinin ilanında “çizgi roman” ayrı yazılmış. Arka iç kapaktaki Conan ve Zagor ilanlarında “Çizgi-roman satış noktalarında” denmiş.

Cuma, Haziran 09, 2006

Kapaklar...


Aslan Şükür'ün çizdiği orijinal kapaklar satılıyormuş. Bizde çizerin orijinalini toplama geleneği pek yoktur ama anladığım kadarıyla bu açık arttırma merakla bekleniyor. Şükür'ün kapakları birkaç senedir İtalya'daki çizgi roman fuarlarında da karşıma çıkıyor. 100- 150 Euro arası bayağı bir orijinali geziniyor. Aslında ilginç olan, Kadıköy'deki bir sahafta yanlış hatırlamıyorsam dört tane orijinal çizimi iki senedir müşteri bekliyordu ama bırak satın almayı kesinlikle hakettiği ilgiyle bakan bile yoktu. Ne diyelim, hayırlısı olsun...
Onaltı, onyedi sene filan önce, Türkiye Çocuk dergisine işleri götürdüğüm bi gün masanın üzerindeki bi mukavva ilgimi çekti. Bi ayakkabı kutusundan kesilmiş. Üzerinde filanca kundura- Gedikpaşa filan yazıyor. Bu ne yahu diye elime alıp çevirince arkasına yapılmış illüstrasyonu gördüm. Derginin o sayısının kapağını mukavvaya çizmiş. Başka bir günde gelmiş bir hafta önce verdiği bir işin orijinalini arıyor. Neticede buldular, sorduk, " abi, nedir bu telaşın ? ", meğer gece iş yetiştirirken Şöhler kartonu bittiğinden çocuğunun okul ödevi olan bir resmin arkasına çizmiş. Şimdi de o ödevi okuldan istiyorlarmış.
Bu arada resim, Carih'in çizdiği bir Kızılmaske kapağı...

Miyazaki'nin Yürüyen Şatosu Gösterimde...


Animenin yaşayan büyük ustası Hayao Miyazaki imzalı Howl's Moving Castle Türkçe dublaj seçeneği ile gösterimde...


Festivaller, Japon Animasyon Günleri ve özel gösterimler bir yana bırakılırsa, Howl's Moving Castle Türkiye'de sinemalarda gösterilecek ikinci Japon animasyonu olacak.

Japonya’da vizyona girdiği güntarihi bir rekora imza atan film, ilk iki gününde 1.4 milyon yen gişe hasılatı (yaklaşık 13.5 milyon dolar) elde etmişti.

Filmin konusuna gelince; "Üç kızkardeşin en büyüğü olan Sophie, babası ve üvey annesi ile küçük bir kasabada yaşamaktadır. Babanın ölümü üzerine sahip oldukları şapka dükkanıyla geçinmeyi başaramayan anne, iki küçük kızı çırak olarak verir. Biri cadılık öğrenecek biri de pastanede çalışacaktır. Ancak kızkardeşlerden Lettie cadılık merakından ötürü pasta yapmayı öğrenmek isteyen Martha ile yer değiştirir. Sophie ise şapka dükkânında kalır. Güzel kız mükemmel şapkalar yapmakta ve bunları giyenlerin başına Sophie ne isterse o gelmektedir. Bunlar olurken kasabanın yakınlarında sürekli yer değiştiren bir şato belirir. Zamanla bu şatoda bir büyücünün yaşadığına dair rivayetler ortaya çıkar. Üstelik bu genç büyücü, garip bir savaşın içindedir..."

Çizgi Kahramanlar Seramik Sergisi

Gerek gazetelerde ve gerekse mizah dergilerinde her gün karşımıza çıkan çizgi öykü, çizgi roman ve bant karikatür tiplerini küçük büyük herkes tanır. Bu sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyledir. 1930’dan beri günlük gazetelerde yayımlanan Basri ile Fatoş bantlarının 250 milyon okuru vardır. “Evinden uzak yalnız kovboy” Red Kit 30dan fazla dile çevrilmiş, 1988’de ağzından hiç düşmeyen sigarasını bıraktığı için Dünya Sağlık Örgütü’nden madalya almıştır. Mort Walker’in Hasbi Tembeler’i, Charles Schulz’un Snoopy’si, Elzie Segar’ın Temel Reis’i, Walt Disney’in Micky Maus’u gibi yabancı pek çok kahraman… Bir de yerliler var; Turhan Selçuk’un ünlü çizgi roman kahramanı Abdülcanbaz, Oğuz Aral’ın Avanak Avni’si, Bülent Arabacıoğlu’nun En Kahraman Rıdvan’ı, Eski ustalardan Ramiz Gökçe’nin Tombul Teyze’si, Cemal Nadir’in Amcabey’i… Tüm bu kahramanlar hep çizgi ile iki boyutlu yapılmıştır. Şimdi Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü öğrencileri, hocaları Yrd. Doç. Sadettin AYGÜN’ün rehberliğinde bu kahramanları elle tutulur hale getirdiler. Çizgi kahramanlar sergisinde 17 öğrenci ile Arş. Gör. Kamuran Ak ve Yrd. Doç. Sadettin Aygün’ün yaptıkları üç boyutlu seramikler ve aynı kahramanların iki boyutlu panoları seyirci önüne çıkıyor. Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde 14 Haziran 2006 Çarşamba günü Saat:17.30 da açılacak sergi 27 Haziran’a kadar açık kalacak. (Basın Bülteninden)

Sergiye katılanlar ve çalışmaları:
DİDEM GÖKHAN;
Salih MEMECAN, (Sizinkiler)
GÖKÇE UYSAL; Salih MEMECAN, (Limon ve Zeytin)
ZEYNEP BASKICI; Cemal Nadir GÜLER, (Amcabey)
SERAP ERGEL; Walt DISNEY, (Micky Mouse)
EVREN ÜRKMEZ; Haslet SOYÖZ, (Küçümen)
YASEMİN ER; Jim DAVIS, (Garfield)
GÖKÇE ÖZER; Mort WALKER (Hasbi Tembeler)

ÖZLEM ÖZTÜRK; Latif DEMİRCİ, (Mithat ve Mirsat)
DİLEK HAYAT ERGÜNDÜZ; Elzie SEGAR, (Temel Reis)
NESRİN ÇAVDAR; Latif DEMİRCİ, (Güllü)
MURAT PAZARCIK; Kamil MASARACI, (Çizgilik)
AYŞEN BARAN; Rene GOSCINNY, (Red Kit)
EMRE TOSUN; Oğuz ARAL, (Avni)
EMEL ASLAN; Ramiz GÖKÇE, (Tombul Teyze)
BERFU CEREN DEĞİRMENCİ; Chic YOUNG, (Fatoş ve Basri)
SANEM KUŞÇU; Charles SCHULZ, (Snoopy)
ÇİĞDEM TAHRAN; Turhan SELÇUK, (Abdülcanbaz)
Yard. Doç. SADETTİN AYGÜN; Atila ÖZER’ den karikatür uyarlaması
Arş. Gör. KAMURAN AK; Bülent ARABACIOĞLU, (En Kahraman Rıdvan)

ÇİZGİ KAHRAMANLAR SERAMİK SERGİSİ
AÇILIŞ: 14 HAZİRAN 2006 SAAT: 17.30
YER: Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi
Akcami Mah. Malhatun Sk. No: 6 Odunpazarı ESKİŞEHİR (Atatürk Lisesi yanı)

SERGİ SÜRESİ: 14 Haziran 2006- 27 Haziran 2006
TEL: (222) 230 02 01 – 33 505 80 / 3154

Perşembe, Haziran 08, 2006

Orijinal Kapaklar 12 Haziran’da Açık Artırmada

Gitti Gidiyor adlı internetteki açık artırma sitesinde Tay Yayınlarına ait çeşitli kapak resimlerinin orijinalleri satışa çıkartılıyor. Aslan Şükür’ün imzasını taşıyan kapakları açık artırmaya süren Tay Yayınları. Meraklısına

link

Geçmiş Zaman Olur ki - Süper Kahraman Ekolü

(...) Birer simge olarak değerlendirildiğinde Superman ve Batman, süper kahraman tipinin iki zıt yüzünü temsil etmektedir: aydınlık ve karanlık, tanrı ve insan, doğuştan var olan yetenekler ve çalisarak elde edilenler... Sonraki yılların Marvel Comics’i, o yıllardaki Timely Comics’in 1941’de yayınladığı Captain America’ysa vatanseverliği yansıtıyordu. Onun da etkisiyle o dönemdeki bütün kahramanlar II. Dünya Savaşi’na katılarak Amerikan halkının moralini düzeltti. Böylece “comic book” tirajları milyonlara fırladı.

Ancak savaştan sonra, okurlar bu tür dizilerden sıkılmaya başlayınca yayıncılar çareyi korku türüne sığınmakta buldular. Tabii bu da çok uzun sürmedi. 1953’de Amerikan Senatosu bu türdeki dergiler hakkında “kamu ahlâkına aykırı” uyarısı üzerine araştırma başlatınca, o dönemin sendikal şirketleri (Marvel, DC, King Features, vs.) kendi aralarında birleşerek bir tür “oto-sansür” uygulamasına geçtiler. Böylece o tarihten sonra yayınlanan bütün çizgi roman dergilerinin kapağında “Comics Code Authority”nin damgası bulunmaya başladı.

Bu gelişmelerin ışığında Amerikan Çizgi Roman’ında iki önemli değişiklik yaşandı: Bir taraftan Süper Kahraman’lar yeniden eski rağbetlerine kavuşurken; diğer taraftan da “underground” denilen ve sendikal şirketlerden bağımsız olan, yayın hayatlarını kendi çabalariyla sürdürmeye çalisan yüzlerce dergi çikti piyasaya.

50’li yılların ikinci yarısında DC, tozlu raflarda beklemekte olan birçok projeye “olur” deyince, piyasayı ondan kapmak isteyen Marvel’le ciddî bir rekabete girişmiş oldu. Ancak Marvel’in Stan Lee gibi bir kozu vardı ve bu yazar/editör sayesinde Marvel Comics’in Altın Çag’i başlıyordu.

Lee, DC’nin vakur ve erdemli kahramanlarına karşilık, soap opera’lardan etkilenmiş yapıtlarına hafif bir komedi unsurunu ekliyor ve ilk olarak 1961’de Fantastic Four’u yaratıyordu. Bir yıl sonraysa ilk Çizgi Roman anti-kahramanını, Spider-Man’i ortaya çikariyordu. Spider-Man, özellikle 68’lerde bütün bir ögrenci gençliğin simgesi haline geliyor, diğer kahramanlardan farklı olarak “süper kötü”lerle değil, kendi kişisel sorunlarıyla savaşiyordu. (Arada sırada bir-iki tane kötü adam dövdüğü de oluyordu tabii.)

Stan Lee orijinal bir fikir yakalamıştı ve bunu değerlendirmek istiyordu. Bu ilk başta zor oldu tabii. Hikâyelerini yayınlatmak için yayıncıları ikna etmesi zaman aldı. Hatta ilk dergiler piyasaya sürüldüğünde okuyuculardan herhangi bir tepki gelmeyince neredeyse işinden oluyordu. Ancak yavaş yavaş, Lee'nin yazdığı dergilerin tirajları artmaya başladı. Bunu gören yayıncısı, Lee'den bu türde öyküler yazmaya devam etmesini ister. Ve asıl hikâye de bundan sonra başlar.


Timely Comics o dönemde henüz ismini Marvel olarak değiştirmemişti. Ancak kolları sıvayan Lee, daha sonraları "the Marvel way" olarak bilinecek tarzın temellerini çoktan atmıştı. Yeni dergiler birbiri peşi sıra geldi. Stan Lee Fantastic Four için Jack Kirby ile çalisiyordu. Spider-Man'i çizme göreviyse Steve Ditko'ya verilmişti. Daha sonra gene Kirby’den, X-Men ve Thor gibi günümüzde halen yayınlanmakta olan dergiler geldi.


Asıl adı Stanley Lieber olan Marvel’in bu temel “Adam”ının yarı gerçekçi öykülerini Jack Kirby’nin güçlü, dinamik, hareketli çizgileri dengeliyordu. “Kral” Kirby’nin tipleri evrenin fonunu oluşturan yaratıklara karşi çarpisan mitik kahramanlardı. 1970’de Marvel’i terk ettiğinde Kral, arkasında günümüze dek yaşayacak bir stil bırakmıştı.


DC için çalisan Neal Adams’ın çizgisi Kirby’nin abartılı stilinin tam zıttıydı. Onun kalem ve fırçayla çinileme tekniği Adams’ın Milton Caniff’in gerçek varisi olarak kabul edilmesini sağlamıştı. Adams’ın teknikleri bu Süper Kahramanların fantezi dünyasına uyarlandığında onların görsel olarak kendilerinden öncekilere oranla çok daha gerçekçi ve inanılır olmalarını sağlıyordu. Adams onları gelişmiş yüz ve duygu ifadeleriyle donatıyor; perspektif ve anatomideki ayrıntılı ve titiz çalismasiyla bu karakterleri yumuşak, akıcı hareketlere sahip kılıyordu. Adams’ın en büyük başarısı 60’larda bir TV dizisinin batağına saplanmış olan Batman’i tek başina kurtarmayı başarıp, ona özgün kişiliğini geri vermiş olmasıydı.


70’lerde Adams’ın stili bu alandaki genç yeteneklere bir model oldu, onların kendi stillerini bulmalarına olanak sağladı. Bugünkü çizerlerse bu modele tepki olarak realizmin sınırlarını zorlayarak, hatta sürrealizme, yani gerçekdışılığa kaçarak daha illüstre çizim tekniklerine yöneliyorlar.


[Yazı, Kosta Ceran tarafından 1993 yılında koloni fanzininin ikinci sayısı için yazılmıştır]

Çarşamba, Haziran 07, 2006

Geçmiş Zaman Olur ki - Pierre Christin

(...) Peki Bay Christin, senaryolarınızı kısa bir özet olarak mı, yoksa kare kare bütün diyalogları belirlenmiş bir yapıda mı hazırlıyorsunuz?

CHRISTIN: Önemli bir nokta. Değişik, birden çok çizerle çalıştığım için birden çok yöntemle çalışıyorum. Enki için bir şey yazacaksam, ona göre hazırlıyor ve yazıyorum. Bir başkası için de onun özelliklerini dikkate alarak hazırlıyorum. Bir senaryoyu, bir çizerden bir diğerine göre değiştirmiyorum. Bu çok tayin edici bir çalisma tarzı. Ayrıca, çizerle uzun teknik hazırlık tartışmalarımız olur. O ne istiyor, ne düşünüyor, nasıl düşünüyor, ortaklaşa tartışırız. Sonra da samimiyet ve profesyonellik derecesine göre, ki ben yaklaşik 15-20 senedir çalışıyorum, artık birçok çizeri çok iyi tanıyorum ve bu nedenle pek sinopsis hazırlamıyorum. Ama genç bir çizere, yani meslekî olarak genç bir çizere ayrıntılı bir senaryo hazırlarım. Böylece o kendini daha güvencede hissedebilir.

[Kemal Gökhan Gürses soruyor, Pierre Christin cevaplıyor... 15 Kasım 1992 tarihli Cumhuriyet'ten...]

Rokket’de Büstün

İstanbul’da FM 87.7 frekansında Türkçe müzik yayını yapan Rokket Radyosunun reklamlarını Bülent Üstün çiziyor. Reklâmlarda Çizgisi kullanılan Üstün’ün reklamlara imza atması-imzasının kullanılması ayrıca ilginç. Çizgiye dayanan reklâmlarda çizerlerin imzasına bir ilke olarak uzun yıllardır yer verilmiyordu.



Yetmişler, CNBC-e, Bade Baysal…

CNBC-e dergisinin bu ayki sayısında çizgi roman ile ilgili önümüzdeki ay da devam edecek bir dosyaya yer verilmiş. Dosyanın bu ayki bölümünü Bade Baysal yazmış. Çizgi romanın genel gelişimi hakkındaki değerlendirme yazısında bir kutu içersinde aşağıdaki liste kullanılmış. Listedeki tercihler tartışılabilir, listedeki ayrıntılar eksik bulunabilir, listenin başlığı anlamlı bulunmayabilir vs ancak yazının ilginç ve enformatik olan bu kısmını aktarıyoruz.

70’lerde Türkiye'de popüler olan çizgi romanlar

Mayk Hammer 1962'de Güneş Yayın­ları tarafından basıldı.
Kaptan Swing 1970'li yılların başın­dan ortalarına kadar Kaptan Swing, İlhami Alpagut tarafından Türk oku­yucusuna sunuldu.
Teksas - Tommiks Ceylan Yayınlarınca birçok kez basıldı. Resimli roman kavramı, dilimizde Teksas-Tommiks ile özdeşleşti.
Dago Zagor'un benzeri bir kahra­man olan Dago, 1970'te yayılandı.
Kinowa 1971'de Ceylan Yayınları Kinowa'yı cep kitabı olarak bastı.
Kansas 1971 yılında Demirşah Do­ğan tarafından basıldı.
Tom Braks Kılıktan kılığa girmesiyle tanınırdı.
Zagor 1972-1983 yılları arasında hiç tekrar yapmadan Tay Yayınları tara­fından basıldı. Kapaklar Aslan Şükür tarafından resmedildi.
Amazon Erotik içerikli bir resimli ro­mandı. Enternasyonal Yayınevi tara­fından 1973 yılında basıldı.
Tolga Abdullah Turan'ın eseri. Tar­kan'a rakip olarak piyasaya sürüldü. 1973-1978 yıllarında ilgi görmüş ve yaklaşık 250 sayı yayınlanmıştı.
Bonanza Bir zamanların efsanevi western dizisi Bonanza, Tay Yayınla­rı tarafından 1975 yılında, yaklaşık 70 sayı sürekli olarak yayınlandı.
Vampirella Uzaydan gelen kadın vampir Vampirella'nın maceraları 1975'te yayınlandı.
Kızılmaske Tay Yayınları'nca 1976-1980 yılları arasında yayınlandı.
Mandrake Yıllar önce Türkiye'de yayınlanan en eski kahramanlardan Sihirbazlar Kralı Mandrake 1970'li yıllarda Tay Yayınları'nca basıldı.
Mister No Türk okuyucusuyla 1976'da tanıştı.
Yüzbaşı Volkan 1976'da Kıbrıs savaşı sonrası Ali Recan tarafından çizilen Yüzbaşı Volkan Türk okuyucusu ile tanışmıştı. Yaşadığımız çağa ait na­dir Türk kahramanlarından biridir.
Kit Rangers Ceylan Yayınları Tom­miks benzeri Kit Rangers'ı 1979 yı­lında yayınlandı.
Judas Okuyucu, dedektif Alan Scott ile 1970'lerin sonlarına doğru tanıştı

Salı, Haziran 06, 2006

111

Aziz’in hikâyesinin altındaki alengirli tarihi görünce aklıma geldi. 2006 yılında altıncı ayın altısında eh yani bir şeyler olmalı değil mi? Hollywood Pazarlama günü es geçmedi elbette. Aklıma gelen de dünyada çizgi romanın 111 yaşında olması. Sonuçta 111 de 666 kadar afili bir rakam. Bildiğimiz anlamda çizgi romanın başlangıcı Yellow Kid’in tefrika edilmesi ve o bantta balon kullanılmasıyla başlatılıyor (1895), genel kabul bu yönde. Çizgi roman yüz yaşına geldiğinde Türkiye’de çeşitli dergilerde dosyalar yayınlanmıştı, 110 ve 111’i hep birlikte pas geçmiş görünüyoruz.

Zagor Göğe Yükselirse (11-son)

Zagor, o bulutun içine girerken yeni bir nara daha attı. Sadece Zavallı Ayhan değil oradaki herkes Zagor’un onlara doğru dönüp el salladığını gördüler. Zagor’u taşıyan bulut göğe doğru yükselirken yağmur hızlanarak görüş mesafesini daralttı. Önce sadece bir mavilik görülebiliyordu, çok geçmeden o da kayboldu. Zagor göğe yükselmişti işte! Yağan yağmura rağmen orada bekleşen kalabalık uzun süre kıpırdamadan göğe bakmayı sürdürdü. Gökten başka bir işaret beklediler, olup biten tek şey birkaç dakika içinde yağmurun kesilmesi oldu. Gökyüzü eski rengiyle kaplanmıştı yeniden, Karaormanlılara bakılırsa o günden sonra gökyüzü hiç olmadığı kadar mavi oldu aylarca. Kışın ayazı bile epritemedi o maviliği.

Gördün değil mi Teyze” dedi Zavallı Ayhan.
Görmez miyim a yavrum? Filinta gibi oğlan Evliyalara karıştı gözümüzün önünde

Etraftan lafa karışanlar oldu, birbirlerine gördüklerine inandırmak için, görmedikleri şeyleri paylaşmak için gevezelik ediyorlardı. Anlatmaktan çok yaşanana şahit olmak onları heyecanlandırıyordu.

Zavallı Ayhan, çeşmenin duvarındaki yazıyı göremeyince önce şaşırdı, yağmurdan silinmiş olabileceğini düşündü. İnsanlar Zagor’u konuşurken koşarak duvarın dibine geldi, yazının varlığına ilişkin tek bir işaret yoktu. Değil silinmek sanki yazılmamıştı.

Ben yazmıştım, Zagor Hıdırellez’de göğe yükselecek diye yazmıştım

Kimsenin onu dinlediği yoktu, burnu hiç olmadığı kadar kızarmıştı yeniden. Elbette bu şaşkınlık boşunaydı, iki gün sonra Çeşmenin başında kandırdığı adamları buldu, Hacı Amca böyle bir yazıyı hatırlamıyordu. Diğerleri o konuşurken burnuna odaklandıkları için söylenenleri pek dinleyemiyorlardı. Haftasında duyuldu ki çekim yapmaya gelen Japon Akutagava Televizyonu da Zagor namına tek bir kare çekebilmiş değildi. Kameraman kız gördüm dediği Zagor’u çekememişti. Filmlerde ne mavi bulut vardı, ne Zagor ne de Zagor’un tüm ormanı titreten naraları. Varsa yoksa yağmur!! Zagor’un göğe yükseldiğini gören bir avuç insandan başka bir şahit yoktu ortada. Olacak iş değildi…

Zavallı Ayhan yaz tatiline kadar başta Müdür Bey olmak üzere birkaç kişiye yapıp ettiklerini anlattıysa da ciddiye alınmadı. Yalçın, aşkını umursamadan Japonya’ya dönen kameraman kız için aylarca ağlayıp sızlandı. Sonra çevre köylerden birine yeni tayin olan bir öğretmen kızımızla evlendi, kısmet işte! Halil İbrahim Bey’in Artvin’e yerleştiği söylendi, kaçtı dediler, niye kaçacakmış ki? Mamıt Emminin ayva göbekli ortanca kızını o günden sonra gören olmadı. Zagor’la göğe çıktı, inmedi diyerek kahvede gülüşenler çoktu. Köylü milleti güleceği adama Allah yazdı der güler ha güler. Ama biri tutar da kendine gülerse hepten kinlenir, unutmaz. Zagor’un göğe yükselişinden sonra çeşitli televizyonlara “bunlar cahil halkın uydurmaları” diyen Okul Müdürünü yöreden sürdürmek için ellerinden geleni yaptılar mesela. Adamcağız çok duramadı, gitti bir yerlere nere gittiyse artık. Aslına bakarsanız Karaorman’da pek bir şey değişmedi, arada bir Zagor hatırlanıyor ama çabucak geçiştiriliyor. Karaorman’dan geçerken herkesin biraz ürktüğünü herkes biliyor ama kimse kimseye bunu söyleyemiyor diyelim.

Hikâyem bu kadar ki siz bununla yetinmeyip anlattıklarımın sorumlusu olan Zavallı Ayhan amacına ulaşmış mıdır, Karaormanlı yaşadığından kendine ders çıkarmış mıdır derseniz eğer orasına karışmam, yoksul aklımla Allahın takdirine laf edecek değilim. Kalın sağlıcakla…

Aziz Tuna C.

06/06/06

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Zagor Göğe Yükselirse (10)

Hocam Zagor diye bir şey yok” diye tekrarladı Zavallı Ayhan, başını öne eğmişti. “Tüm bunları ben uydurdum, çeşme duvarına o yazıyı ben yazdım”.

Halil İbrahim Bey, çocuğun sıkıntılı halini, deli saçması sözlerini içi acıyarak dinliyordu. Yıllardır çocukla alay eden öğrencileri ve onların merhametsiz kahkahalarını eğlenerek izleyen duyarsız meslektaşlarını düşündü. Ayhan’ı bu hale onlar getirmişti, ağladı ağlayacak çocuğun başını omzuna dayadı.

Biliyorum yavrum, olur öyle şeyler, bazen kendini yalnız hissedersin, bunalırsın, kimsenin seni sevmediğini düşünürsün

Hocam Zagor diye bir şey yok, gelmeyecek diyorum

Olsun, varsın gelmesin Ayhan ne kaybederiz ki

Ayhan, Halil İbrahim Beyin kendisini dinlemediğini fark etti, herkesten farklı saydığı öğretmeni de onu duymuyor, sadece acıyordu. İçi burkuldu, “görüşürüz hocam” deyip oradan uzaklaştı. Alay edilmesine alışıktı ama kimsenin kendisine acımasına katlanamıyordu. Vicdanını rahatlatamamıştı, Karaormana toplanmış insanların hepsi kötü değildi ayrıca, çoğunun iyi niyetle, hayatlarını güzelleştirecek küçük de olsa bir ümitle buraya geldiklerini görebiliyordu. Sınıfındaki bir kaç kopuk oğlanın, lakırdıdan başka bilmeyen haytanın, mendebur öğretmenin canını sıkmak, korkutmak, belki şaşırtmak istemişti ama o küçük yalanın insanları bu denli etkileyeceğini hiç hesap etmemişti. Utanıyordu “Ben bu kadar kötü biri değilim” diye sızlanarak Sebahat Teyzenin yanına tekrar oturdu. Tüm yaptıklarını itiraf etmeye karar vermişti ama ona bakınca vazgeçti; durmadan bir şeyler atıştıran, az evvel yarım yumurtayı karabiberleyip mideye indiren, sağa sola şen şakrak gülerek laf atan yaşlı kadın çok mutluydu. Zavallı Ayhan, bu konuda bir daha konuşmamak üzere susmaya karar verdi. Boşuna verilmiş bir söz olacaktı bu, Ayhan çook konuşacaktı daha.

Gök gürlediğinde Karaomanda toplanmış kalabalığın heyecanı arttı. Neşeli çığlıklar, bağrışmalar oldu başlangıçta. Önce çiseleyip giderek hızlanan yağmurdan uzun süre sakınan, kaçan olmadı. Bekliyorlardı, beklemeliydiler. Yağan rahmete bakarak istifini bozmayan kalabalık yarım saatin sonunda dağılıp kaçışmaya başladı. Yağmur doluya dönüşmüştü, damlalar o kadar iriydi ki ağaçlardaki kurumuş kozalaklar, olgun palamutlar birer ikişer milletin kafasına düşüyordu.

Zavallı Ayhan ilk “Ahyaak” sesini duyduğunda Sebahat Teyzeyle birlikte dar bir patikadan kahvenin yolunu tutmuşlardı. Merakla durup başlarını yukarıya kaldırdıklarında çelik mavisi bir bulutun ormanın içinden çıkıp yamaca doğru yükseldiğini gördüler.

İkinci “Ahyaak” narasını büyük bir gök gürlemesi izledi. Ayhan, sesin geldiği yeri ararken mavi bulutun yamaçtan gerisin geriye ormana yöneldiğini, sıklaşan çam ağaçlarının önünde durduğunu, neredeyse yerle bir hizaya geldiğini gördü. Sebahat Teyze’nin “Hay maşallah filinta gibi nasıl da boyluymuş” dediğinde görüp de konduramadığı, hayal sandığı şeyin Zagor olduğunu anladı. Zagor baltasını göğe doğru çevirmiş, hemen hiç kıpırdamadan duruyordu. Ayhan telaşla etrafına baktı, yalnız değillerdi, sadece kendisi ve Sebahat Teyzesi yoktu etraflarında. Yamaçta ısrarla bekleyenler, kasaba yoluna henüz düşmüşler vardı yakınlarında. Hepsi mavi bulutu, Zagor’u görmüşler, bütün ormanı titreten narasını işitmişlerdi.

Pazar, Haziran 04, 2006

Zagor Göğe Yükselirse (9)

Arkadaşlar, Zagor diye bir şey yok. Bunların hepsi Amerikanın oyunları” diyordu ufak tefek bir adam, elindeki megafona vurarak. Sebahat Teyze, yeğenine dönerek “ayol kim bu cüce kılıklı, bu sıcakta bunalmıyor mu o atkıyla” dedi, elindeki yelpazeyi hırsla sallayarak. Kalabalık o kadar kendi halindeydi ki adamı pek dinliyor sayılmazdı, aslında hiçbir şeyi dinliyor sayılmazdı.

Arkadaşlar ne zaman devalüasyon olsa gökten bir şey iniyor, arkası darbe bunun. Bakın 47’de devalüasyon oldu arkadan küt darbe. 58’de oldu, 60’a darbe, Bakın bitmedi 70’te oldu ardından 12 Mart.

Halil İbrahim Bey yanındaki adamın gevezeliği olmasa megafonla konuşan nutukçuyu dinleyecekti. “Adam doğru söylüyor, Menderes boşuna asıldı. Türkü Türke kırdırıyor bunlar. Oturmuş seyrediyorlar bizi şerefsizim” diye hırsla soluyordu yanındaki, lafı biter bitmez dürtükledi Halil İbrahim Beyi “yanlışsa yanlış de Hocam”.

Değerli arkadaşlar 4 ile 7’yi toplayın 11 eder, ekleyin 47’ye 58 eder. 1958 boşuna seçilmiş bir tarih değil. 5 ile 8’i toplayın 13 eder, ekleyin 58’e, 1971 çıkar. Hiçbir şey tesadüf değil arkadaşlar” diyordu megafonlu adam.

Topluyorum çıkarıyorum aşk çıkıyor” diye biri karşılık verdi bağırarak. Yalçın’dan başkası değildi elbet, irice bir kayanın üzerine çıkmış, kollarını göğe doğru açarak bildiği bütün şiirleri okuyordu. “Aşk diyorum, aşk ey gafiller, Zagor bize aşkı hatırlatmaya geliyor”.

Megafonlu adam sinirlenmişti, ona doğru dönerek bağırmaya başladı: “İn ülen ordan aşağıya dümbelek, yeter kandırdığınız halkı”. O sakin adam gitmiş, öfkeden titreyen bir meczup gelmişti. Megafonu Yalçın’a doğru savurdu. Ama megafon hedefine ulaşmadığı gibi tüm olayları sırıtarak seyreden birinin kafasına indi, işin rengi değişti. Genç irisi oğlan canının acımasıyla ne bulduysa aşağıdaki adama atmaya başladı. Kalabalık bu gelişmelerden öyle eğlenmeye başladı ki kıkırdamalar yerini kahkahalara bıraktı. Sebahat Teyze, kabak çekirdiğini aksatmadan “Ayol görüyor musun şu cüceyi nasıl da zıplıyor, ay bir yaşıma daha girdim. Sakalı batasıca!”

Halil İbrahim Bey megafonu olmadığı için sesi duyulmaz olan adamın ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Yanındakinin ara vermeden sürdürdüğü gevezelikten bunalmıştı, dönüp yakasına yapıştı. “Ne dedi, Zagor bir raptiye midir” dedi. “Ne dedi diyorum geveze herif senin yüzünden duyamadım işte”. Adam sesini çıkarmadan ona bakıyordu, şaşırmış, korkmuştu. Böyle olmayacaktı, adamı iteleyerek aşağıdaki adama ne dediğini sormaya karar verdi.

Kalabalığı yararak dakikalar sonra adamın yanına ulaştı. Keçi sakallı adam kendi kendine konuşuyor, arada bir sesini yükselterek gelip geçenlere bağırıyordu. Halil İbrahim Bey adamın omzundan tutarak merakla sordu, sesi titriyordu: “Zagor nedir dediniz, bir şeydir diyordunuz lütfen tekrarlar mısınız?

Bu halk bir şeye değmiyor, küskünüm ben bu halka. Artık daha iyi görebiliyorum. Bu derstir bana

Halil İbrahim Bey, ısrarlıydı, kendinde olmayan adamı birkaç kez omuzlarından silkeledi. “Yapmayın nedir bu Zagor, ne dediniz, tekrar söyleyin

“Zagor, bir oyundur değerli arkadaşım. Zaman geçirten oyun raptiyesidir. Düşünmemizi, gerçekleri görmemizi engelleyen, zihinlerimizi tezek gibi duvara astıran bir raptiyedir”

Nasıl?

Herkes makine başına. Ülkem işgal altındadır

Halil İbrahim Bey, adamın sürekli tekrarladığı sözlerden sıkılmıştı, ellerini gevşetti. Cendereden kurtulan adamın normal olmayan gülüşünü fark ederek iyiden iyiye geriledi. Etrafındaki herkesin korku, merak ve telaş içerisinde olacakları görmek için orada olmasını anlıyordu. Kendisi de aynı güdülerle gelmişti Karaormana. Ama delilik, saçmalık, mantıksızlık ne dersek diyelim buradaydı. Herkes kadar gülemiyordu, giderek içinin karardığını hissetti. Böyle bir haleti ruhiye ile bakınırken Ayhan’la göz göze geldiler. Belki o da adamın ne söylediğini merak etmişti. Dostça gülümsedi, zavallı çocuğun kim bilir nasıl kafası karışmıştı. Çocuğun yüzündeki gerginliği yaklaştıkça daha iyi gördü, bir şeyler söylemek istediğini belli ederek kulağına eğildi Ayhan.

Hocam Zagor diye bir şey yok” dedi.

Cumartesi, Haziran 03, 2006

Çizgi anılar (4)

(...) Lumiere kardeşler tarafından yapılan ilk film "Fabrikayı terkeden işçiler" 28/12/1895'te Paris’teki Grand Cafe'de gösterilirken, Richard F. Outcault'un Yellow Kid adlı çizgi romanı 7/7/1895'te New York World'un pazar baskısında yayınlandı. Her ikisi de imajlarla anlatıyordu, biri durgun diğeri hareketliydi. Her ikisinin bir araya gelmesi de daha sonraki bir buluşla oldu: Animasyon.

Federico Fellini çizgi romanları daima sevmiştir. Doğum yeri Rimini'den Roma'ya yaptığı yolculuk onu L'Avventuroso'nun yayıncısı olan Nerbini'nin evine, Floransa'ya getirdi. Bu dergi Amerikan çizgi romanlarını İtalyanlarla kaynaştırıyordu: Alex Raymond'dan Flash Gordon, Gizli Ajan X-9, Jungle Jim; Lee Falk ve Phil Davis'ten Mandrake; Lee Falk ve Ray Moore'dan Kızılmaske ve diğerleri hep bu dergideydi. Kültür Bakanlığı bu çizgi romanları İtalya'da yasakladığında, sayısız Fellini efsanelerinden birine göre Federico yetenekli Toppi tarafından çizilen Flash Gordon'un yerli versiyonu için senaryo yazıyordu.

(Manara'nın Trip to Tulum albümündeki Orosto Del Buona imzalı "Fellini ve Manara" adlı yazıdan...-Çev. Mustafa Yalçın)

Geçmiş Zaman Olur ki - Suat Gönülay Röportajı

KORSAN: Çizgi roman yapmak nereden aklına geldi?

Suat Gönülay: Bu, aklıma çizgi ile gelen ilk şeydi. Zaten beni resimli romanlar etkilemiştir, Teksas'lar Tommiks'ler falan...

KORSAN: Çizgi roman'a nasıl başladın?

S.G: Çizgi yaşamım ortaokulda başladı. O zamanlar oturup hikâyeler yazar, çizerdim. Daha sonra karikatüre merak sardım, ta ki karikatürü beceremeyip romanı becerdiğimi fark edinceye kadar... İlk kısa hikâyemi Gırgır'da çizdim (Çok Yalnızım). Aslında ilk hikâyem Galip Tekin'in yazdığı ve Fırt'ta çıkan bir buçuk sayfalık çizgilerdi. Gırgır'da dört hikâye çizdikten sonra Limon'u çıkarmaya başladık ve eğer Limon dergisi olmasaydı kafamdaki çizgiyi oluşturabileceğimi sanmıyorum.

KORSAN: Bu çizgiyi oluştururken kimlerden etkilendin? Çizimini etkileyen çizerler kim?

S.G.: Beni en çok etkileyen çizerler Heavy Metal dergisinin çizerleri... Yani Moebius, Gimenez ve Liberatore gibilerini kastediyorum.

KORSAN: Ekonomik şartların dışında düşünülecek bir soru: neden çizgi roman yapıyorsun?

S.G.: Çizgi-roman beni yaşama bağlayan biricik varlığım. Hayatımın temel amacı roman çizmek ve yazmaktır. Yaşadıklarımı, yaşamak istediklerimi, okuduklarımı harmanlayıp çizgi romana dökmek tek zevkim. Becerebildiğim bir kaçış ve iyi bir tepki yolu.

KORSAN: Peki ya bir kahraman? Neden bir kahraman yaratmıyorsun?

S.G.: Kahraman yarattığımı sanıyorum. Son Kuvva­cı, Beşir Hoca, Vakur, Nermin ve Hasibe hepsi birer resimli roman kahramanıydı. Ancak her şeyi başaran, her türlü güce sahip bir kahramansa kastettiğin, yap­mak istemedim. Ne kadar fantastik olursa olsun her şeyin bir mantığı olmalı, hiç bir şey havada kalma­malı...

KORSAN: Türkiye’de yapılan çizgi romanlar hakkında ne düşünüyorsun?

S.G.: Türkiye'deki çizgi-romanlar hep eksik ve düzeysiz. Ya konudan ya çizgiden, bir hafta olmazsa öteki haf­ta falso veren, istikrarsız bir romancılık furyası almış başını gidiyor. Buna ben de dâhilim ama mücadele halindeyim. Şöyle film gibi, adamakıllı başlayıp adamakıllı biten romana pek rastlamadım. Galip Tekin'in bir iki roma­nı ve benim Kuvvacı’m, Sultan Ahmet'in Kamburu ve albümümdekiler, İlban Ertem'in Milli Piyango’su, bel­ki Nuri Kurtcebe'nin eski Gaddar’ları ise iyi birer örnek sayılabilir. Oğuz Aral'ın eski Utanmaz Adam'ları da istikrarlı birer roman örneği... Şu sıra senaryosunu baştan sona bitirip, dokümanını topla­yıp, baştan sona eskizini kareleyip, sonra da kâğıda geçme disiplini ile roman yapan adam yok. Avrupa'da bu disiplin olmadan çizilen bir çizgi-romanın ise hiç şansı yok.

KORSAN: Geçmişin ustaları Selçuk, Yalaz vb. Hakkında neler düşünüyor­sun?

S.G.: Turhan Selçuk ve Suat Yalaz iki önemli ro­mancımız... Selçuk, eski romanlarını aşamamış olmasına rağmen yine de düzeyli. Yalaz, anatomik romanı en iyi bece­ren romancımız, ama eski romanlarını değil aşmak, gerisinde bile kaldı. Avrupalı çizerler en iyi işlerini 40 yaşından sonra çıkarıyorlar. Neden bizim çizer­lerimiz hep yerinde sayar, bir türlü anlayamamışım­dır. Bu, bizdeki bütün sanat dalları için geçerlidir. Bu yüzden hiçbir sanat dalımız doruğa ulaşamamış­tır. Başarılarımız bir yerde bitiyor ve arkası gel­miyor.

KORSAN: Başarılarının ve albüm­lerinin devamını diliyor sohbet için teşekkür ediyoruz...

S.G.: Ben teşekkür ederim.

[Röportaj, 1987 yılında yapılmış, 1992 yılında çıkan Korsan çizgi roman fanzininde kullanılmıştır]

Cuma, Haziran 02, 2006

Mehmet'in Abdülcanbaz Vinyetleri

Serüven’in bu sayısında yeni bir denemede bulunduk. Yapabilirsek her sayı sürdürmek istiyoruz. Dergimizin değinmeler bölümünde yerli bir çizgi kahramanımızı vinyet olarak kullanacağız. Bu sayımızda Abdülcanbaz’ı vinyet olarak seçtik ve gerçekten güzel, ne yaptığını bilen bir titizlikle hepsini Mehmet Saygın çizdi. Mehmet, vakt-i zamanında Pişmiş Kelle’de çizmiş, animasyonla uğraşan bir arkadaşımız. Yanda Çizgili Perde bölümümüz için çizdiği vinyet görülüyor.

[Bu arada kimi arkadaşlar her sayıda bir başka çizerin Abdülcanbaz vinyetleri çizmeyi sürdürmesini, kimileri de her sayıda bir başka kahramanın yer almasını önerdi. Biz de düşünüyoruz.]

Perşembe, Haziran 01, 2006

Unutulan (!) Yıldız

Geçtiğimiz günlerde Akgün Tekin’in Doğan Kitap’tan çıkan Türk Basınında Kayan Yıldız: Haldun Simavi’nin Günaydın’ı adlı kitabını okudum. Basın tarihi çalışmalarını kaçırmamaya çalışıyor, hemen hepsini okuyorum. Akgün Tekin, Haldun Simavi’nin Günaydın gazetesinde yetişmiş, gazetenin uzun yıllar yöneticiliğini yapmış Rahmi Turan’ın yakın çalışma arkadaşı. Rahmi Turan hangi gazeteye giderse onu da yanında götürmüş. Kitap o sebeple sadece Simavileri ve Günaydın gazetesini anlatmıyor, bir Rahmi Turan güzellemesi de yapıyor. Oldukça dağınık, epeyce tekrar eden kendi içinde tutarsız bölümleri var kitabın. Öte yndan 700 sayfalık kitapta çok sayıda anekdot, dedikodu, belge var. Çizgi dünyasıyla ilgili bölümlerden bahsetmek istedim.

Haldun Simavi’nin Bedri Koraman çizgisini çok beğendiğini, o tarzda bir çizer (fotoğraf ayrıntısında arkaplan çizimleri içeren iyi portreci olacak-resimsi bir karikatürist) istediğini anlatıyor Akgün (s.195). Hatta Oğuz Aral’ın iş başvurusunu sırf bu nedenle (çizgisini beğenmeyerek) uzun süre reddettiğini aktarıyor (s.613). Sonraki yıllarda Bedri Koraman’ı transfer etmek istemiş, Koraman’dan kaynaklanan nedenlerle gerçekleşmemiş. Koraman tarzında çizer olarak çıkardığı Kamil Çakmak’tan ise memnun kalmamış vs

Ferit Öngören’in (Türkiye’de mizah tarihiyle ilgili gerçekten çok önemli metinler yazmıştır) bir dönemin meşhur (Akgün’ün deyişiyle mizahi seks gazetesi) Tan gazetesindeki esprili haberleri (!) yazan ekibin içinde olduğunu bilmiyordum (s.200).

Akgün Tekin’in kitabının Rahmi Turan güzellemesi yaptığını söylemiştim. Kitapta bir çok yerde insanı gülümseten methiyeler yapılıyor Turan için. Kara Murat ile ilgili bölümlerde Rahmi Turan - Abdullah Turhan ayrılığına nedense değinilmiyor (s.520-5). Öyle ki Abdullah Turhan Kara Murat’ı kısa bir süre çizmiş, sonra dergi çıkartmak için kendi isteğiyle gazeteden ayrılmış gibi anlatılıyor. Kara Murat’ı yıllarca tek başına o çizmemiş de çizerlerinden biri (sadece bir tanesi) olmuş sanki. Turhan’ın Günaydın’dan ayrılıp Sabah’a geçen Rahmi Turan ekibinin içinde yer aldığı nedense unutulmuş. Aynı Turhan, Rahmi Turan Sabah’tan ayrılınca onunla birlikte gitmemiş, gazetede kalarak bu kez Selahattin Duman ile birlikte Burakbey’i sürdürmüştür. Abdullah Turhan açık bir tercihte bulunarak Rahmi Turan’dan ayrılmıştır. O kadar insanla konuşan-yazı alan Akgün Tekin keşke Abdullah Turhan’la da konuşsaydı. Halen Rahmi Turan ile çalışmayı sürdüren bir yazar olarak bunu tercih etmemiş sanki.

Alıntı: “(…) bir süre sonra kendi işini kuracağını söyleyen Abdullah Turhan çizmeye ara verdi. Bu defa başka bir usta Gürbüz Azak görevi üstlendi. Daha sonra, Refet Kartal, Ragıp Derin ve Ertan Tank gibi yine kendi alanlarında usta olan ressam arkadaşlar Kara Murat’ı çizmeyi sürdürdüler [Son olarak Ergin Asyalı çiziyor]” (s.524)

Düzelteyim: Abdullah Turhan 1971 ile 1986 yılları arasında benim saydığım 20 Kara Murat serüveni çizdi. Sonra zaten Sabah ve Burakbey dönemi başlar. Hangi ara ismi geçen ressamlar Kara Murat çizmiş olabilirler ki… Hafızadan yazıyorum 86 sonrasında Ertan Tank, Kara Murat çizmeye başladı, sonra bir trafik kazası geçirdi ve çizemez oldu. Bir iki yıl sonra Süleyman Gök bir serüven çizdi ve yanılmıyorsam o serüven dergide de yayınlandı. Ragıp Derin Durakoğlu’nu çiziyordu o dönemler ve o yıllarda Refet Kartal artık hiçbir şey çizmiyordu nerdeyse. Gürbüz Azak ismi Kara Murat bahsinde yanlışlıkla geçiyor diyelim. Bu isimlerin hemen hepsi Abdullah Turhan’ın yardımcılığını da yapmışlardır

Bir parantez açıp o döneme ilişkin merak ettiğim bir konuyu açayım. Kara Murat o dönem Günaydın’da günlük olarak tefrika ediliyor, ayrıca haftalık dergi olarak da yayınlanıyordu. Rahmi Turan, Sabah’a geçtiğinde Kara Murat’ı Günaydın’da bıraktılar. Muhtemelen telifle ilgili sorunlar çıkabilir endişesi taşıdılar ve ona benzeyen yeni bir tiplemeye, Burakbey’e başladılar. O arada Kara Murat (ve Tarkan) haftalık dergileri Günaydın Veb Müessese Müdürü Samet Koçyiğit’e satılıyor. Kara Murat’ın telifi kimdedir belirsiz? Abdullah Turhan ya da Rahmi Turan bu satıştan pay alıyorlar mı-çıkan dergiden telif alıyorlar mı belirsiz. Çok daha sonra Rahmi Turan Kara Murat’ın hikâyelerini (Meydan ya da Gözcü’de) başka çizerlere yeniden çizdirmeye başladı. Abdullah Turhan’ın kareleri başkaları tarafında aynen ya kopyalandı ya yeniden çizildi. Orada da bir karmaşa oldu. Tüm bunları izlerken bana hep bir dava tehdidi, dava açılabilir endişesi ya da bir dava açılmıştır gibi geldi. Aslı nedir bilmiyorum.

Selamlar, kolaylıklar

Levent Cantek

Resim, ideefixe'den alınmıştır