
“
Arkadaşlar, Zagor diye bir şey yok. Bunların hepsi Amerikanın oyunları” diyordu ufak tefek bir adam, elindeki megafona vurarak. Sebahat Teyze, yeğenine dönerek “
ayol kim bu cüce kılıklı, bu sıcakta bunalmıyor mu o atkıyla” dedi, elindeki yelpazeyi hırsla sallayarak. Kalabalık o kadar kendi halindeydi ki adamı pek dinliyor sayılmazdı, aslında hiçbir şeyi dinliyor sayılmazdı.
“Arkadaşlar ne zaman devalüasyon olsa gökten bir şey iniyor, arkası darbe bunun. Bakın 47’de devalüasyon oldu arkadan küt darbe. 58’de oldu, 60’a darbe, Bakın bitmedi 70’te oldu ardından 12 Mart.”
Halil İbrahim Bey yanındaki adamın gevezeliği olmasa megafonla konuşan nutukçuyu dinleyecekti. “Adam doğru söylüyor, Menderes boşuna asıldı. Türkü Türke kırdırıyor bunlar. Oturmuş seyrediyorlar bizi şerefsizim” diye hırsla soluyordu yanındaki, lafı biter bitmez dürtükledi Halil İbrahim Beyi “yanlışsa yanlış de Hocam”.
“Değerli arkadaşlar 4 ile 7’yi toplayın 11 eder, ekleyin 47’ye 58 eder. 1958 boşuna seçilmiş bir tarih değil. 5 ile 8’i toplayın 13 eder, ekleyin 58’e, 1971 çıkar. Hiçbir şey tesadüf değil arkadaşlar” diyordu megafonlu adam.
“Topluyorum çıkarıyorum aşk çıkıyor” diye biri karşılık verdi bağırarak. Yalçın’dan başkası değildi elbet, irice bir kayanın üzerine çıkmış, kollarını göğe doğru açarak bildiği bütün şiirleri okuyordu. “Aşk diyorum, aşk ey gafiller, Zagor bize aşkı hatırlatmaya geliyor”.
Megafonlu adam sinirlenmişti, ona doğru dönerek bağırmaya başladı: “İn ülen ordan aşağıya dümbelek, yeter kandırdığınız halkı”. O sakin adam gitmiş, öfkeden titreyen bir meczup gelmişti. Megafonu Yalçın’a doğru savurdu. Ama megafon hedefine ulaşmadığı gibi tüm olayları sırıtarak seyreden birinin kafasına indi, işin rengi değişti. Genç irisi oğlan canının acımasıyla ne bulduysa aşağıdaki adama atmaya başladı. Kalabalık bu gelişmelerden öyle eğlenmeye başladı ki kıkırdamalar yerini kahkahalara bıraktı. Sebahat Teyze, kabak çekirdiğini aksatmadan “Ayol görüyor musun şu cüceyi nasıl da zıplıyor, ay bir yaşıma daha girdim. Sakalı batasıca!”
Halil İbrahim Bey megafonu olmadığı için sesi duyulmaz olan adamın ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Yanındakinin ara vermeden sürdürdüğü gevezelikten bunalmıştı, dönüp yakasına yapıştı. “Ne dedi, Zagor bir raptiye midir” dedi. “Ne dedi diyorum geveze herif senin yüzünden duyamadım işte”. Adam sesini çıkarmadan ona bakıyordu, şaşırmış, korkmuştu. Böyle olmayacaktı, adamı iteleyerek aşağıdaki adama ne dediğini sormaya karar verdi.
Kalabalığı yararak dakikalar sonra adamın yanına ulaştı. Keçi sakallı adam kendi kendine konuşuyor, arada bir sesini yükselterek gelip geçenlere bağırıyordu. Halil İbrahim Bey adamın omzundan tutarak merakla sordu, sesi titriyordu: “Zagor nedir dediniz, bir şeydir diyordunuz lütfen tekrarlar mısınız?”
“Bu halk bir şeye değmiyor, küskünüm ben bu halka. Artık daha iyi görebiliyorum. Bu derstir bana”
Halil İbrahim Bey, ısrarlıydı, kendinde olmayan adamı birkaç kez omuzlarından silkeledi. “Yapmayın nedir bu Zagor, ne dediniz, tekrar söyleyin”
“Zagor, bir oyundur değerli arkadaşım. Zaman geçirten oyun raptiyesidir. Düşünmemizi, gerçekleri görmemizi engelleyen, zihinlerimizi tezek gibi duvara astıran bir raptiyedir”
“Nasıl?”
“Herkes makine başına. Ülkem işgal altındadır”
Halil İbrahim Bey, adamın sürekli tekrarladığı sözlerden sıkılmıştı, ellerini gevşetti. Cendereden kurtulan adamın normal olmayan gülüşünü fark ederek iyiden iyiye geriledi. Etrafındaki herkesin korku, merak ve telaş içerisinde olacakları görmek için orada olmasını anlıyordu. Kendisi de aynı güdülerle gelmişti Karaormana. Ama delilik, saçmalık, mantıksızlık ne dersek diyelim buradaydı. Herkes kadar gülemiyordu, giderek içinin karardığını hissetti. Böyle bir haleti ruhiye ile bakınırken Ayhan’la göz göze geldiler. Belki o da adamın ne söylediğini merak etmişti. Dostça gülümsedi, zavallı çocuğun kim bilir nasıl kafası karışmıştı. Çocuğun yüzündeki gerginliği yaklaştıkça daha iyi gördü, bir şeyler söylemek istediğini belli ederek kulağına eğildi Ayhan.
“Hocam Zagor diye bir şey yok” dedi.